Erzurum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Erzurum'un Değerleri

Abdurrahman Gazi Hazretleri;
Abdurrahman Gazi ismi Erzurum'da büyük izler bırakmıştır. Şehitlik ve gazilik mertebesine erişmiş bir insan olduğu için onun manevi şahsiyeti Erzurumluların daima gönlünde yaşamış. Palandöken Dağı'nın üst yamaçlarında türbesi bulunan ve bir ziyaretgâh yeri olan Abdurrahman Gazi'nin Hazreti Peygamber'in sancaktarı olduğu halk arasında yaygındır.
İslam Orduları'nın Anadolu'ya yapılan ilk seferlerinde ordu komutanlığı yapmış, İslam ordusunun sancaktarlığını üstlenmiş ve Ashab-ı Kiram’dan olduğu kabul edilen bir zattır.
Ömer Nasuhi Bilmen'e göre Hz. Ebubekir'in oğlu olduğu iddia edilir. İbrahim Hakkı Konyalı'ya göre ise ashabdan olduğu kesindir. Son dönemdeki araştırmalara göre Habib bin Mesleme ismi ve Abdurahman Gazi mahlasıyla bu bölgeye gelen komutanlardan biri olduğu anlaşılmaktadır.
Mezarı uzun yıllar bilinmemekte olup Pir Ali Baba tarafından keşif yoluyla bulunmuş, İbrahim Hakkı Hazretleri tarafından da kabul edilmiştir. Mevcut türbe Palandöken Dağı Şiğveler mevkiinde bulunur. Tekke ve zaviye eski Erzurum Valisi Yusuf Ziya Paşa'nın eşi Ayşe Hanım tarafından 1796 yılında yaptırılmış, yanına bir de cami ilave edilmiştir.
Türbenin giriş kapısı üzerinde bulunan 1796 tarihli kitabe, Hattat Sâlim tarafından yazılmıştır. Türbe içerisinde 4.85 metre boyunda Abdurrahman Gazi Hazretleri'nin makamı bulunmaktadır. Mezarının bu kadar uzun olmasının sebebi hem manevi büyüklüğünü göstermek hem de ziyareti kolaylaştırmak içindir.
Yakın coğrafyada tanınan ve devamlı ziyaret edilen, hürmet gösterilen Abdurahman Gazi Hazretleri Anadolu Coğrafyasının İslamlaşmasında önder isimlerden biridir.
Bu civardaki hâzirede o dönem ve sonraki dönemlerde yaşamış önemli gönül insanları da bulunmaktadır.

Abdurrahim Şerif Beygu :
Erzurum şehir tarihinde belki de bir unvan olarak ‘Erzurumiyatçı’ diye bilinen ve hemen herkesin kabul ettiği bu kimliğiyle kabul edilerek anılan Abdurrrahim Şerif BEYGU 1894 yılında Erzurum'da dünyaya gelmiştir. Öğrenimine ilkin Erzurum Merkez Numune-i İptidai Mektebinde" başlayan Abdurrahim Şerif BEYGU’nun daha sonra 1913 yılında "Erzurum İdadisi" "Erzurum Sultanisi"nde sürdürdüğü eğitim dışında savaşın başlamasıyla eğitimi yarım kalmıştır. Baba tarafından ailesi Kapılar Ağası Kamil Ağa ahfadından olup Babası Gül Ali Bey, annesi ise Kudret hanımdır
Genç yaşında İttihak Terakki Partisinin Erzurum matbaasında şehrin diğer kıymetli isimlerinden Sıtkı DURSUNOĞLU ile birlikte mürettiplik te yapan Abdurrahim Şerif BEYGU neredeyse çocukluğunun, ilkgençliğinin ve öğrenim hayatının tamamını Erzurum’da geçirmiş dahası 1906-1907 devresindeki Erzurum olaylarına, 1911 büyük depremine ve şehrin Birinci Dünya savaşı yıllarındaki tarihini gözlemiştir.
Savaşın başlamasını takiben 1916 yılında Erzurum’un işgali üzerine annesiyle birlikte önce Sivas’a oradan da Tokat Erbaa’ya daha sonra Kayseri’ye son olarak Konya’ya göç etmek üzere yola çıkmış ve bu göç sırasında hem annesini hem de eşini kaybetmiştir. 
Bu elim yolculuktan sonra İlkin Sivas’ta Vilayet matbaasında işe başlamış, yine Sivas’ muallim muavini- yardımcı öğretmen kursunu tamamlamış ve öğretmen oılarak ilk görevine de Erba iptidai mektebinde başlamıştır.
Özellikle İç Anadolu ve Doğu Anadolu’nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yapan Abdurrahim Şerif Bey, sözgelimi 1923 yılında Bitlis’e tayini sırasında burada Ahlat kitabelerini incelemek fırsatını bulmuştur. 1924 yılında İsmail Hakkı beyin Kızı Edibe Hanım ile evlenen Abdurrahim Şerfi BEYGU’nun bu evlilikten beş kız çocuğu olmuştur.
Devamla bir süre Kayseri’de daha sonra Konya’da muallimlik ve muallim muavinliği yapan Abdurrahim Şerif BEYGU nihayet Konya Darulmuallimin’den mezun olarak 1930 yılında Erzurum’a dönmüş ve Erzurum Sultanisi’nde başladığı görevini 1934 yılına kadar sürdürmüştür.
Soyadını Saltukoğulları’na kadar götürüp İnanç Beygu’ya gönül bağıyla bağlamak üzere soyadı kanunu sırasında "Beygu" soyadını almıştır.
Erzurum’u bir şehir olmaktan öte bir medeniyetin, bir geleneğin ve bir kökenin vatanı olarak görüp böylece değerlendiren Abdurrahim Şerif BEYGU giderek artan sağlık sorunları ve hastalığından dolayı 1943 yılında Eskişehir Lisesi’ne atanmış ve 06.10.1944 tarihinde Eskişehir’de vefat etmiştir. Abdurrahim Şerif Hoca ‘’Anıtları ve Kitabeleri ile Erzurum Tarihi’’ ve ‘’Ahlat Kitabeleri ‘’ gibi önemli eserlere imza atmıştır.

Ahmet Dursun Natıki;
Erzurum sosyal, siyasi ve sanatsal tarihinde önemli izler bırakan Nâtıki’nin Asıl adı Ahmed Dursun olup, aslen Ardahan' ın Dedegül köyünde H.1199¬ M.1785 yılında dünyaya geldiği kaydedilmiştir.
Ahmet Dursun Natıki’nin Babasının İshak bin Halil olduğu bilinmektedir.
On beş yaşına kadar köyünde okumuş, sonra Kars'ta tahsiline devam edip Kars müftüsü Hacı Süleyman Efendi'den icazet almıştır. 1817 yılında 33 yaşında iken Erzurum'a gelen Natıki, burada Lala Paşa Camiinde vaaz etmeye başlamış ve Karslı Vaiz Dursun Efendi diye tanınmıştır. Sultan Abdulmecid'e sunduğu iki eserinden dolayı kendisine maaş bağlanmış ve Erzurum'a müftü tayin olunmuştur. On bir sene müftülük yaptıktan sonra 1857'de bu görevinden azledilmiştir. Azlinden sonra ölümüne kadar hayatını seyahatle geçiren Natıki, tekrar Erzurum'a dönmüş ve 1863 tarihinde vefat etmiştir. Erzurum'da Karskapı mezarlıgında medfundur. Natıki'nin ölümünden sonra yapılan mezar taşını Ruslar son istilada götürmüşlerdir. Hatta halkın naklettiğine bakılırsa taşlar götürülürken Koca Müftü'nün kavuğu çok büyük olduğundan kırılmış ve parçalanmıştır. (*) Ek Kaynak: Abdulkadir ERKAL- Nâtıki ve Divanı Üzerine) 
19. yüzyılda yaşamış olan Ahmed Dursun Nâtıkî çocuk yaşta eğitim için Erzurum'a gelmiş ve hayatının büyük bir kısmını Erzurum'da geçirmiştir. Özellikle mantık alanında kendisini geliştirmiş olan Nâtıkî şiirle de ciddi biçimde ilgilenmiş, şairler aşıklar arasında sayılmıştır. 
Halk arasında 'Koca Müfti' diye de anılan Nâtıki Erzurum ilim ve kültür tarihinde iz bırakmış ender şahsiyetlerden biri olmuştur. Ahmed Dursun Nâtıkî Erzurum ve Türk düşünce tarihine bir ilim adamı olarak yerleşmişse de onun şairlik yönü de yadsınamayacak derecede önem arz etmektedir. 
Nitekim mürettep bir divan tertib etmiş olan Nâtıki kendi hattıyla yazmış olduğu nüshayı Sultan Abdulmecid'in huzuruna çıkarak takdim etmiştir. Divanına genel olarak bakıldığı zaman kaside gazel ve tarihi manzumelerin ağır bastığı görülür.
Nâtıkî sadece tarih manzumeleri değil diğer manzumelerle de tarih düşürerek nazmın her türünde tarih düşürülebileceğini göstermiştir ki, Nâtıkî bu özelliği ile de şair olarak ayrı bir öneme haizdir. 

Aşık Erbabi;
Erzurum’lu şair, aşık Erbabi’nin asıl adı kayıtlara göre Hüseyin Farki Efendi’dir. Erzurum bir yana Türk aşıklık geleneği içerisinde hatırı sayılır bir yeri vardır Erbabi ustanın. 
Daha çok aruz vezni ile şiirler yazan ve hece veznini de kullandığı bilinen AşıkErbabi gerek yazdığı şiirlerde ve gerekse bütün çalıp söylemelerinde büyük ölçüde halkın dertlerini dillendiren ve genellikle şiirleriyle mesajlar vermeye çalışan bir yol izlemiştir.
Kayıtlara göre 1804 veya 1805 ( h.1220) yılında Erzurum’un Ilıca’ya bağlı Kara Arz- Karaz köyünde doğduğu bilinen Hüseyin Farki Efendi- Erbabi köken olarak Türk tasavvuf geleneği içinde tam olarak yer almasa da Kadiri tarikatına yakın olduğu, ilgi duyduğu ve bu tarikata intisap ettiği bilinmektedir. Babası Konyalı Veli Efendi’dir.
Genç yaşlarında ailesiyle birlikte Karaz’dan Erzurum merkeze göç ederek Caferiye mahallesine yerleşmişler ve Erbabi’nin gençliği Erzurum’da geçmiş, burada olgunlaşmıştır.
İntisap ettiği Kadiri tarikat şeyhi kendisine ‘Erbab’ şeklinde hitap ettiği için Hüseyin Farki Efendi bu hitap şeklini çok benimsemiş ve ‘Erbabi’ yi mahlas olarak kullanmaya başlamış, nihayet öylece de tanınıp bilinmiştir.
Çocukluk ve gençlik yıllarında oldukça iyi bir eğitim aldığı bilinen Erbabi gerek dilbilgisi, Osmanlıca ve gerekse aruz konusunda kendisini yetiştirmiş, çok uzun süre dahilinde yapmış olduğu askerlik görevi sırasında ise Anadolu’nun birçok yerini görüp tanıma fırsatı bulmuştur. Bir kaynağa göre Sultanın Anadoluyu seyahati sırasında , bir başka rivayete göre Erbabi’nin İstanbul’da askerliği sırasında Sultan Abdülmecit’le de görüştüğü ve huzurunda saz çaldığı bilgisi de kaydedilmiştir. 
Erzurum şairleri arasında Aruzla ve divan tarzında yazdığı şiirleri büyük bir ustalığın eserleri olan Erbabi zamanla halk âşıkları arasında da üstat ve usta olarak benimsenmiştir. 
Döneminin aşıklık geleneği içerisinde Tuhfe-i Vehbi’yi en çok okuyan ve özellikle Fuzuli’den etkilenen Erbabi’nin Erzincan, Erzurum, Bayburt ve Kars çevresinde çokça hürmet gördüğü, büyük bir üne sahip olduğu ve çokça çırak yetiştirdiği ve hatta Türk âşıklık geleneğinin büyük ismi Sümmani’ye de saz çalmayı öğrettiğinin de ayrıca altı çizilmelidir.

Ahi Fahreddin;
Ahi Fahreddin Anadolu erenlerinden ve gazilerdendir. 1335 yılı İlhanlıların yıkılış tarihidir ve Erzurum’da kargaşalı günler başlamıştır. Bunu fırsat bilen bir kısım bozguncu topluluklarda ayaklanarak çevrede tahribatlar ve kıyımlar yapmışlar ve Ramazan ayı Kadir gecesinde cemaatin toplu olduğu bir anda, ani bir baskınla Ahi Fahreddin şehit edilmiştir.
14. Yüzyıl başlarında yaşadığı bilinen Ahi Fahreddin’in tıpkı Ahi Toman – Ahi Duman Baba gibi meslek olarak debbağ olduğu bilinmektedir. Kayıtlara bakıldığında, Erzurum’daki debbağlık sanatının Kırşehir’deki Ahi teşkilatıyla bağlantılı olduğu görülmüştür. Türbenin arka tarafındaki diğer mezarda ise İbrahim Hakkı Konyalı 'ya göre Sultan Olcayto Hüdabende'nin sadrazamı olan Hoca Yakut'un türbesini de yapan Ahi Fahreddin'in babası Mehmet Şah Bilgur medfundur.
Ahi Fahreddin Türbesi uzunca bir zaman Erzurum halkı tarafından hem Ahi Fahreddin Türbesi hem de ‘Selçuklu Mezarı’ adıyla adlandırılmıştır. Bu bilgi de ahilik geleneğinin Selçuklular zamanından beri Erzurum'da hayat bulmuş olduğunun bir başka delilidir…

Ahi Toman Baba;
Şehrimizde Ahilik Teşkilatı 1300’lü yıllarda, Ahi Toman Baba tarafından kurulmuştur. İbni Batuta 1331’de Erzurum’a uğradığı zaman Ahi Toman Baba’nın tekkesinde konaklamıştır. Batuta, seyahatnamesinde ‘Bu şahıs pek yaşlı olup 130 yaşını aştığı söylendiği halde hâlâ bir değneye dayanarak yürümekte, hafızası yerinde durmakta, beş vakit namazını kılmakta idi. Yemekte bize şahsen hizmette bulundu. İkinci gün yola çıkmak istediğimizde ise bize gücenerek buna razı olmadı’ der. Toman Babanın türbesi, Narmanlı Mahallesi Dere Sokakta bir evin bahçesindedir.

Ahmet Hamdi Tanpınar;
23 Haziran 1901'de Şehzadebaşı’nda doğdu. Babası Gürcü asıllı Hüseyin Fikri Efendi, annesi Nesime Bahriye Hanım’dır. İlkokulu babasının görev yaptığı farklı illerde lise öğrenimini ise Antalya’da tamamladıktan sonra yüksek öğrenim için 1918'de İstanbul’a gitti.
Yahya Kemal Beyatlı’nın etkisiyle 1919 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girdi. Burada başta Yahya Kemal olmak üzere Mehmed Fuad Köprülü, Cenab Şahabeddin, Ömer Ferit Kam, Babanzâde Ahmed Naim gibi hocaların derslerine devam etti. 1923 yılında Şeyhî’nin "Hüsrev ü Şirin" başlıklı mesnevîsi üzerine yazdığı lisans teziyle edebiyat fakültesinden mezun oldu.
1923’de Erzurum Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğine başlayan Tanpınar, farklı yerlerde mesleğini sürdürmüştür. 1930 yılında Ahmet Kutsi Tecer ile beraber Ankara’da Görüş dergisini çıkarmaya başlamıştır. 1932 yılında Kadıköy Lisesi’ne atanması üzerine İstanbul’a dönen Tanpınar, 1933'te Sanayi-i Nefise’ye tayin edilmiştir. Tanzimat’ın 100. yıldönümü dolayısıyla 1939’da eğitim bakanı Hasan Âli Yücel’in emriyle 19. uncu Asır Türk Edebiyatı kürsüsüne, doktorası olmadığı hâlde, yeni Türk edebiyatı profesörü olarak atandı ve Tanzimat’tan sonraki Türk edebiyatının tarihini yazmakla görevlendirildi. Kitap tanıtım yazıları ve İslam Ansiklopedisi’ne maddeler yazdı.
1943-1946 yılları arasında Maraş milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulundu. 1948’de akademideki estetik hocalığına ve 1949’da Edebiyat Fakültesi’ndeki kürsüsüne döndü. 23 Ocak 1962 tarihinde geçirdiği kalp krizi neticesinde İstanbul'da vefat etti.
Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir çalışmasında şehir kurgusu içerisinde en çok toplumsal yapıya yönelik çalışmalar yapmıştır. Ancak Erzurum bu şehirler içerisinde çok farklı bir yer tutmaktadır. Bunda etkili olan en önemli faktör çocukluk yıllarında gelmiş olduğu bu şehirde dimağında yer tutan anıların bıraktığı tesirdir. "Büyük anneannemin masallarıyla Kerem'den, Yunus'tan okuduğu beyitlerle, bana öğretmeye çalıştığı yıldız adlarıyla muhayyilemde büyülü hatırası hala pırıl pırıl tutuşur.”

Ahmet Hulusi Seven;
13 Mart 1924 tarihinde Erzurum’da, Aşağı Mumcu Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. 1939 yılında Erzurum Halkevi halk müziği kolu başkanı Faruk Kaleli ile koroya katılması ve daha sonra yine Faruk Kaleli vesilesiyle Lala Paşa Cami İmamı Hacı Hafız Hamit Efendi ile tanışıp ondan ders almaya başlaması usta bir yorumcu olmasının kapısını aralamıştır.
Ahmet Hulusi seven sadece icracılığıyla değil repertuarına kazandırdığı 9 uzun hava ve 13 kırık hava türünde toplam 22 eserle Türk halk müziğine büyük katkılarda bulunmuştur. Türk halkına bıraktığı 7 plak önemli bir mirastır. Halk oyunlarına da ilgisi olan Hulusi Seven 1949 yılında Venedik’te Uluslararası Halk Dansları Yarışmasına, Erzurum Halkevleri bünyesinde kurulmuş olan Erzurum Erkek Bar Ekibinde görev alarak katılmıştır. Bu ekip o sene dünya birinciliğini elde etmiştir.
Ahmet Hulusi Seven, 9 Mayıs 2017’de 93 yaşındayken İstanbul’da vefat etmiştir.

Ali Karaavcı;
1942 yılında Narman’da doğmuştur. Babası Nuri Bey’in kısa bir süre sonra aileyi Erzurum’a taşıması dolayısıyla tahsilinin tamamını Erzurum’da yapmış, Erzurum Lisesini bitirdikten sonra bir süre İstanbul Üniversitesi Arap-Fars Filolojisinde okumuş ve daha sonra Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesine geçerek buradan mezun olmuştur.
Kendisine has, etrafındaki insanlara örnek dervişane bir hayat yaşayan Kara avcı felsefe ve başta resim ve musiki olmak üzere sanatla uğraşmış, 4’ü deneme türünde ve 1’i hikaye olmak üzere eserler vermiştir.
Denemelerini Yargı, Tutku, Niyaz ve Erdem adlı kitaplarında topladı. Baharın Özlemi adlı kitabı ise ölümünden çok kısa önce yayınlanan hikâye kitabıdır.
Hayatını düşünmeye adayan ve öncelikle Kur’an-ı Kerim’i anlamaya odaklanan bir fikir adamı olarak yaşayan Ali Kara avcı aynı zamanda özgün üslubuyla kendi düşünce sistemini kuran son dönem felsefecilerimizdendir.

Alvarlı Muhammed Lutfi Efendi;
Muhammed Lütfi Efendi ülkenin en zorlu dönemle rinde yaşamış olmasına rağmen vermiş olduğu mücadeleyle ünü sadece Erzurum’a değil bütün İslam coğrafyasına yayılmış bir büyük zattır. 1868 yılında Erzurum’un Hasankale Pasinler ilçesinin Kındığı köyünde dünyaya gelmiş, ilk tahsilini Babası Hoca Hüseyin Efendi’den almıştır. Babasından icazet aldıktan sonra Erzurum’da tanınmış bazı âlimlerin derslerini takip etmiştir. 12 Şubat 1916’da Rusların doğuda Van, Muş ve Bitlis’i ele geçirmeleri üzerine babasıyla birlikte Erzurum’a gelmiştir. Rus istilâsının devam etmesi ile o zamanlar Tercan’a bağlı olan Yavi Köyüne gitmiş, burada bir taraftan imamlık yaparken diğer taraftan da gönlüne girdiği herkesi işgalcilere karşı silahlandırmıştır. Rusların çekilmeye başlamaları ve Ermenilerin katliama girişmeleri üzerine Yavi ve komşu köylerden topladığı altmış kişilik bir müfrezeyle Ermenilere karşı koymuştur. Oyuklu köyü yakınlarında Ruslara ait büyük bir silâh deposunu ele geçirmiş daha sonra Haydari Boğazı’ndaki Zerdige köyünde Türk ordusuna katılmış ve ordu ile birlikte Erzurum’a girmiştir (12 Mart 1918). Aynı gün babası şehit düşmüştür.
Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler yazan Alvarlı Muhammed Lutfi Efendi’nin şiirleri ölümünden sonra oğlu Seyfeddin Mazlumoğlu tarafından derlenerek “Hulâsatü’l-Hakayık” adıyla yayımlanmıştır. Bu divanda çeşitli nazım şekilleriyle söylenen 700’ü aşkın şiir mevcuttur. Hece vezni ve oldukça sade bir Türkçe’nin kullanıldığı bu şiirlerden bazıları bestelenmiştir.
12 Mart 1956’da vefat etmiş, cenazesi Alvar köyüne defnedilmiştir.

Arif Sağ;
1945 yılında Erzurum’un Aşkale ilçesi Dallı köyünde dünyaya gelen Arif Sağ, 14 yaşına kadar burada âşıklık geleneğini öğrenip deyişler söylemeye başlamıştır. Daha sonra İstanbul’a yerleşip Aksaray Musiki Cemiyetinde Nida Tüfekçi’nin öğrencisi olmuştur.
1963’te ilk plağı “Gafil Gezme Şaşkın Bir Gün Ölürsünü çıkarmış ve 1965 yılında TRT İstanbul Radyosuna bağlama sanatçısı olarak girmiştir. Arif Sağ o yıllarda başlayıp 20 yıl süren ‘45’lik plak döneminin en ünlü adlarından biri olmuş, 50’ye yakın plak, 200’ün üzerinde beste yapmıştır.
1975 yılında kurulan İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarında eğitim görevlisi olarak çalışmaya başlamış ve 1982 yılında buradan ayrılarak özel çalışmalarına ağırlık vermiştir.
1987 ve 1991 yılları arasında Ankara milletvekili olarak mecliste girmiş, 1996 yılında Alman Cumhurbaşkanlığının desteği ile Köln Filarmoni Orkestrasında bağlama çalmıştır. Bağlama ve Anadolu müziğinin dünyaya tanıtılmasında katkısı büyüktür. 2000 yılında ünlü İspanyol gitarist Tomatito ile birlikte 12 Avrupa şehrinde konser vermiştir
Erdal Erzincan’la birlikte kaleme aldığı “Bağlama Metodu” adlı bir de ortak kitabı vardır.

Aşık Yaşar Reyhanî;
Son dönem Türk halk edebiyatı ve aşıklık geleneğimizin önemli temsilcisi Reyhanî, Ahıska muhaciri bir ailenin çocuğu olarak 1934’te Alvar köyünde dünyaya gelmiştir. İlkokula başlamış fakat bitirememiş ancak1960’lı yıllarda dışarıdan bitirme sınavına girerek ilkokul ve ortaokul diploması almıştır. Askerlik dönüşü Erzurum’a yerleşmiş ve kahvelerde saz çalıp şiir söyleyerek, hikâye anlatarak programlar yapmıştır. Âşık Hicranî tarafından kendisine Reyhanî mahlası verilmiştir. 1989 yılında Bursa’ya yerleşmiş, 10 Aralık 2006 tarihinde Bursa’da vefat etmiştir.

Prof. Dr. Bilge Palandöken Seyitoğlu
Kıymetli Halkbilimci,  kültür, folklör ve şehir incelemecisi  Prof. Dr. Bilge Seyidoğlu, 13 Mart 1941 tarihinde Afganistan – Kabil’ de dünyaya gelmiştir.  Devrin bilinen en iyi fizik hocalarından olan babası Hakkı Palandöken Atatürk’ün görevlendirmesiyle Afganistan – Kabil’ de görev yaparken doğmuştur.
İlk ve orta öğrenimini Malatya’da, lise öğrenimini Ordu ve Kırklareli Liselerinde tamamlayan Bilge Seyidoğlu, 1964’te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezuniyetini takiben İstanbul Devlet Konservatuarı’nda müzik eğitimine başlarsa da,  1964’te Lüleburgaz Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atanması dolayısıyla konservatuvardan ayrılmak zorunda kalmıştır.
Daha sonra 1965 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Halk Edebiyatı asistanı olarak göreve başlamış  ve Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın öğrencilerinden olmuştur. Bu dönemde hazırladığı “Erzurum Halk Masalları Üzerine Araştırmalar” başlıklı doktora tezini tamamlayarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde “edebiyat doktoru” unvanını alan Bilge Seyidoğlu  1972-1974 yılları arasında Amerika - Michigan State Üniversitesi’nde Mukayeseli Mit- Mitoloji Araştırması çalışmaları yapmıştır.
Amerika’daki eğitimini tamamladıktan sonra 1974 yılında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki görevine dönmüş ve Erzurum’da Belli Yerlerle ilgili Efsaneler Üzerine Bir İnceleme konulu tezini hazırlayarak 4 Temmuz 1979’da doçent, 1989 tarihinde Profesör unvanını almıştır.  Türk Yaratılış Mitlerinin Dünya Yaratılış Mitleriyle Karşılaştırılması adlı projeyi yürütmesi bir yana, Aile Araştırma Kurumu tarafından yürütülen Kırsal Kesimde Geleneksel Dayanışmayı Çağdaş Organizasyonlara Dönüştürme Projesi gibi büyük projelerde de görevler almıştır.
Bir süre Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevini yürüten Bilge Seyidoğlu 1996 yılında Folklor Araştırmaları Kurumu Türk Folkloruna Hizmet Ödülüne layık görülmüş, Atatürk Üniversitesi ve Kars Kafkas Üniversitesinde çeşitli görevlerde bulunmuştur.

İngilizce Rusça bilen Bilge Seyidoğlu geride Erzurum Efsaneleri ve Erzurum Masalları gibi çok kıymetli eserler bırakarak  13 Ağustos 2014 tarihinde vefat etmiştir.

ESERLERİ:

İNCELEME-ARAŞTIRMA: Erzurum Halk Masalları Üzerinde Araştırmalar (1975), Erzurum Efsaneleri (1985), Mitoloji Üzerinde Araştırmalar (1989), Güçlükten Kolaylığa Kederden Sevince (Orhan Yavuz ile, 1990), 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Adetlerimiz (ortak, 1991).

DERLEME: Türk Hikâyeler Külliyatı / Ferec Ba’de’ş-Şidde’den Seçmeler (Orhan Yavuz ile, 1990).

Cahit Koytak;
29 Ocak 1949 yılında, Erzurum’da doğmuş, ilk, orta ve lise öğrenimini burada tamamlamıştır. İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Fakültesinden 1974 yılında kimya yüksek mühendisi olarak mezun olmuştur. İlk şiiri 22 yaşında Sezai Karakoç’un Diriliş Dergisi’nde yayınlanmıştır. “İlk Atlas”, “Gazze Risalesi”, “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı”, “Yeni Başlayanlar İçin Metafizik” ve “Cazın Irmakları” en önemli eserleridir.
Aynı zamanda çevirmen olarak da varlık gösteren Koytak İngilizce ve Fransızcadan önemli çeviriler yapmıştır. Ahmet Ertürk ile birlikte hazırladığı Muhammed Esed’in ‘fte Message Of fte Qur’ân’ “Kur’an Mesajı” adeta bir çeviri şaheseridir.

Cevat Dursunoğlu;
11 Temmuz 1892 yılında, Erzurum’da dünyaya gelmiştir. 1911-1914 yılları arasında Almanya’da, Almanca, felsefe, sosyoloji ve pedagoji eğitimi almıştır. I. Dünya Savaşı’nda orduda görev alan Cevat Bey Mart 1919’da Erzurum’da “Vilayat-ı Şarkıyye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi” ni açma yetki belgesini almış ve şubeyi açmıştır. 10 Ocak 1970 yılında vefat etmiştir.

Derviş Hacı İbrahim Ağa; 
Tarihi kayıtlara ve Gülahmet Caddesinde inşa edilen Dervişağa Camiinde yer alan kitabeye göre Erzurum esnaf ve eşrafından Hacı Bektaş Efendi’nin oğlu Derviş Ağa’nın tam adı Hacı İbrahim olup; Derviş Hacı İbrahim Ağa olarak bilinmektedir. Aynı kitabeden hareketle, 17. yüzyıl sonu ile 18.yüzyıl ortalarında yaşadığı kaydedilmiştir. Aileden esnaf olan Derviş İbrahim Ağa’nın deri işlerinde sanatkâr sayıldığı ve kundura imalat ve ticaretiyle uğraştığı bilinmektedir. Aynı zamanda bir gönül insanı olarak hürmet görmüş tasavvuf erlerindendir.
Gündelik hayatında olduğu gibi, meslek ve iş hayatında da oldukça hayırsever ve güvenilir bir kimliğe sahip olduğu söylenegelen Derviş Hacı İbrahim Ağa aynı zamanda doğruluğunu ele verecek ölçüde de saf ve inanmış bir Müslüman olarak bilinmektedir. Bu anlamda onun o devir Erzurum’unda ilk önce ihtiyacına uygun bir işyeri bulamayıp Gölbaşı semtinde Güllülü Han önünde bir tezgah ya da dükkan da esnaflığa başladığı ve eskicilik yaptığı da ayrıca kaydedilmiştir.
Doğruluğu, saflığı ve kendi halindeki ticareti ile de bilinen Derviş Hacı İbrahim Ağa’nın yaşadığı devrin gayri müslim esnafınca kandırılarak ‘tilki kuyruğu’ alımına yönlendirildiği ve ticaretindeki saf inanmışlık dolayısıyla bu kandırmadan büyük bir kâr elde ederek çıktığına ve bu ticareti yoluyla Erzurum’da cami, köprü, han ve hamamlar yaptırdığına yönelik bilgi ve kayıtlar da mevcuttur.
Hicri 1149, Miladi 1736 yılında Erzurum’da vefat eden Derviş Hacı İbrahim Ağa, İ.Hakkı Konyalı’ya göre ayrıca Gümrük camii ile birlikte birçok çeşme ve - Serçeme çayının devamında Tosik ve Yesmeçöl dağları arasındaki sıkışan yerde civankaşı gibi kurulmuş, Kuzgun Köyü köprüsü olarak da bilinen Derviş Ağa Köprüsü gibi köprüler de – yaptırmış; Gülahmet caddesinde H. 1130, M. 1717 yılında yaptırdığı, kendi adını taşıyan Derviş Ağa camii müştemilatı içerisine defnedilmiştir.

Ebu İshak Kazeruni;
Asıl adı İbrahim Bin Şehriyarî’dir. 352/963 yılında Şiraz civarında Kazerûn’da doğdu. Çin, Hindistan, İran ve Anadolu’da İslâmiyet’in yayılmasında büyük hizmeti geçmiş, sağlığında 24.000 Mecusi’nin Müslüman olmasını sağlamıştır. İlimizde, İç Kale’yi Çifte Minareli Medrese’ye bağlayan sur duvarı üzerinde bulunan köşeli burçlardan biri, içten kubbe ile örtülerek, asıl mezarı Kazerun’da bulunan Ebu İshak Hazretlerine ait bir türbe (makam) yapılmıştır.

Edip Somunoğlu;
1904 yılında Erzurum’da doğmuştur. Çocukluğu sırasında Erzurum Ruslar tarafından işgal edilince 4 yıl esir kalmıştır. Orta öğrenimini Erzurum Lisesi’nde tamamlamış 1933 yılında İstanbul Tıp Fakültesinden mezun olarak, Tercan Hükümet tabipliğine atanmıştır.
1955 yılı aralık ayında Erzurum Belediye başkanlığına seçilerek Erzurum’a büyük hizmetlerde bulunmuştur. 1964 yılında emekliye ayrılarak kısmi senatör seçimlerine katılıp parlamentoya girmiş ve 1965-1967 yılları arasında Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı olarak görev yapmıştır. 1982 tarihinde vefat etmiştir.

Emir Saltuk Bey;
Anadolu’da kurulan ilk Türk beyliklerinden biri olan Saltuklu Beyliği’nin kurucusu Saltuk Bey’in (Ebü’l-Kāsım İzzeddin Saltuk Bey) Malazgirt zaferinden önceki hayatı hakkında bilgi yoktur. Anadolu’nun fethinde büyük hizmetlerde bulunduğu için Kars, Pasinler, Oltu, Erzurum, Tortum, Tercan, İspir, Bayburt, Şebinkarahisar ve yöreleri veraset yoluyla çocuklarına intikal etmek üzere kendisine iktâ edilmiştir (464/1071). Beyliğin 472’de (1080) kurulduğu da ileri sürülür. Erzurum ve çevresinin Emîr Saltuk Bey’e iktâ edilmesi onun diğer beylerden daha önemli konumda olduğunu göstermektedir.
Emîr Saltuk Bey’in ölümüyle yerine oğlu Ali geçmiştir. İbnü’l-Esîr, 496 (1102-1103) yılı olaylarını anlatırken Ali’nin söz konusu tarihte beyliğin başında bulunduğunu söylediğine göre Saltuk Bey bu tarihten önce vefat etmiş olmalıdır.
Büyük Selçuklu Sultanı Berkyaruk ile kardeşi Gence Meliki Muhammed Tapar arasında 8 Cemâziyelâhir 496 (19 Mart 1103) tarihinde Hoy kapısında cereyan eden ve Muhammed Tapar’ın yenilgisiyle sonuçlanan savaşın ardından Muhammed Tapar Erciş’e, oradan da Sökmen el-Kutbî’nin hâkimiyetindeki Ahlat’a çekildiğinde yanında Sökmen el-Kutbî, Muhammed b. Yağısıyan ve Kızılarslan gibi emîrler vardı. Erzenürrûm Emîri Ali b. Saltuk da bu sırada Ahlat’ta Muhammed Tapar’a katıldı. Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasında 497’de (1104) yapılan anlaşmanın ardından Muhammed Tapar Meyyâfârikīn’e giderken ona refakat eden emîrler içinde Ali b. Saltuk da bulunuyordu.

Erzurumlu Emrah;
Erzurum’un Ilıca ilçesine bağlı Tambura köyünde doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte XVIII. yüzyılın son çeyreğinde doğduğu tahmin edilmektedir. İlk gençlik yıllarında köyünden ayrılarak Erzurum’a giden şair burada medrese eğitimi aldı. Divan şiiri nazım tekniklerini öğrendi. Tokatlı Gedâî ve Tokatlı Nûr çıraklarından olup bir âşıklık kolu oluşturmuştur. Geniş bir çevrede türkülerinin söylenmesi kısa zamanda şöhretinin yayılmasına vesile olmuştur.
Dili divan şiirine yakındır. Saz şiiri dilini divan şiirine açarak bir köprü oluşturmuştur. Dilinin ağır olması yaşadığı dönemdeki âşık tarzının bir özelliğidir. Aşk, ayrılık, gurbet gibi konuların yanında tasavvufi konulara da yoğun olarak yer vermiştir. Fuzulî, Bâkî ve Nedim gibi şairlere nazireler yazmaya çalışmıştır.
Şiirleri Rifâî şeyhlerinden Erzurumlu Abdülaziz tarafından “Dîvan-ı Emrah” adıyla elli altı sayfalık bir kitapçık halinde bastırılmıştır. Emrah ve şiirleri üzerine birçok yayın yapılmasına rağmen şairi ve şiirlerini etraflıca tanıtan bir eser henüz neşredilmemiştir.
Erzurumlu Emrah için Kültür ve Turizm Bakanlığının öncülüğünde Tokat’ın Niksar ilçesinde yaptırılan türbe 3 Mayıs 1986’da açılmıştır.

Erzurumlu İbrâhim Hakkı Efendi;
Erzurumlu İbrahim Hakkı, 18 Mayıs 1703 tarihinde (Muharrem 1115) Erzurum’un Hasankale (Pasinler) ilçesinde doğdu. Babası Derviş Osman Efendi, annesi, Şerîfe Hanîfe Hanım’dır.
İbrahim Hakkı; Erzurum, İstanbul, Tillo (Siirt) üçgeninde bir hayat sürmüştür. Doğduğu ve temel eğitimini almış olduğu yer olması nedeniyle Erzurum, onun hayatında önemli bir yer tutar. İstanbul’da bulunduğu zaman içindeyse ilmî açıdan kendisini geliştirme imkânı bulmuştur.
Babasının isteği üzerine dokuz yaşında iken amcası Ali tarafından Tillo’ya götürülen İbrâhim Hakkı, burada Şeyh İsmâil Fakîrullah’ı görür ve ona karşı derin bir sevgi ve hayranlık duyar. İbrahim Hakkı, daha sonraları da birçok defa geldiği bu yere hayatının son dönemlerinde yerleşir ve 22 Haziran 1780 tarihinde burada vefat eder.
Geniş tasavvuf bilgisi, konuları iyi bir düzen içinde ve anlaşılır bir üslûpla ifade etmesi, özellikle eğitimde Arapça’nın hâkim olduğu, Türkçe eserlerde ise ağdalı bir dilin kullanıldığı dönemde eserlerinin büyük bölümünü nispeten sade bir Türkçe ile yazması İbrâhim Hakkı’nın tak- dire değer yönlerindendir. Ayrıca geleneksel astronomi yanında yeni astronomiyle tıp, anatomi, fizyoloji, aritmetik, geometri, trigonometri, felsefe, psikoloji, ahlâk gibi alanlarda oldukça geniş bir birikime sahip olduğu görülmektedir.
İbrâhim Hakkı, insanın anatomisi ve fizyolojisiyle ilgili hemen her konuda dönemine göre yeni sayılacak ayrıntılı bilgiler vermektedir. Meselâ on iki kaburganın yönleri ve fonksiyonel özellikleri, bel kemiği ve bunun bölümleri, bilek ve el kemiklerinin görevleri gibi konulara dair açıklamalar bugünkü bilgilerle paralellik arz etmektedir. Bu bilgileri esas itibariyle İbni Sînâ’dan alan İbrâhim Hakkı, ayrıntıda kendi gözlemlerine dayalı birçok yenilik ortaya koymuştur.
Marifet namede kişinin saç, göz, kulak, el, baş gibi organlarından ve dış görünüşünden hareketle onun ahlâk ve karakter yapısı hakkında sonuç çıkarma yollarını gösteren bilgilerden oluşan kıyafet ilmi (physiognomy) konusuna ayırdığı bölüm, İslâm ilimleri tarihinde bu alanda yapılmış çalışmalar içinde özel bir yere sahiptir.

Erzurumlu Kadı Darîr;
Kaynaklarda hayatına dair bilgi bulunmamaktadır. Hakkında bilinenler kendi eserlerinin önsözlerinde söyledikleriyle sınırlıdır. Anadan doğma kör olduğu için şiirlerinde ‘Darîr’ bazen de ‘Gözsüz’ mahlasını kullanmıştır. Asıl adı Mustafa’dır. Adı için kullandığı “Erzenu’r Rûmî” nisbesi Erzurumlu olduğunu gösterir. Onun Erzurum’da Reşîduddin lakaplı Erzurum emîrinin zamanında yetiştiği ileri sürüldüğü gibi, Salur Türkmenlerinden olduğu da söylenmiştir. Yaptığı tercümeler Arapça ve Farsçayı çok iyi bildiğini göstermektedir.
Darîr’in eserleri, geniş ölçüde yer verdiği Türkçe kelimeler bakımından Türk dili için zengin bir kaynak durumundadır. Yûsuf u Züleyhâ mesnevisi dışındaki hacimli eserlerinde nesir esas olmakla beraber kendisinden birçok manzum parçalar katmıştır. Mesnevisinin dışında “Sîretü’n-Nebi”sinde yer alan, şiirleri kendisine şair hüviyeti kazandıracak niteliktedir. Lirik şiirin başarılı örneklerini ortaya koymuştur. Siyerindeki Hz. Muhammet’in doğumunu samimi ve içten duygularla anlatan bir manzum parçası Türk edebiyatında mevlitlerin öncüsü olmuştur.
Yûsufu Züleyha, Sîretü’n-nebî, Fütûhu’ş Şam Tercümesi, Yüz Hadis ve Yüz Hikâye bilinen eserleridir.

Faika Hakkı Hanım;
Asıl ismi Zeliha Faika Ünlüer olan Faika Hakkı Hanım 1894 yılında Şumnu’da doğmuştur. 1912 yılında Kız İlk Mektebi Başöğretmeni olarak anne ve babası ile birlikte Erzurum’a gelmiş ve kırk yıl boyunca dadaşlar diyarında hizmet etmiştir. Erzurumlu topçu yüzbaşı İsmail Hakkı Bey’le evlenen Faika Hanım ulusal kurtuluş günlerinde milli bilincin ve heyecanın halk arasında yüksek tutulması konusunda ciddi hizmetler vermiştir.
Erzurumluların “Müdire Hanım” dedikleri Zeliha Faika Ünlüer, 1924 Yılında Erzurum’da bulunan Gazi Mustafa Kemâl’le de görüşmüş, 1952 yılına kadar çalıştığı İsmet Paşa İlk Mektebi’nden emekli olmuş, Erzurum’dan ayrılarak İstanbul’a yerleşmiş, burada 1981 yılında vefat etmiştir. 
15 Mayıs 1919 yılında Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleriyle Anadolu’nun bağrı yanmıştır. Bu durumu içine sindiremeyen gazeteci Hasan Tahsin’in Yunanlılara karşı sıktığı ilk mermi direniş ruhunu tetiklemiş, sıkılan bu merminin mesajı Erzurum hanımlarında karşılığını bulmuş ve işgalin yıldönümü olan 15 Mayıs 1920 Cumartesi günü bir araya gelen Erzurumlu hanımlar, Murat Paşa Camii’nde toplanarak önce mevlit okutmuşlar, daha sonra aralarında ne yapabilecekleri konusunda istişare etmişlerdir. 
Bu görüşmelerden sonra Erzurum merkez İnas Mektebi Müdiresi Faika Hakkı Hanım , Erzurumlu Hanımların hislerine tercüman olacak bir konuşma yapmıştır. Faika Hanım’ın “…Hanım, valide ve hemşirelerim!.. “Beş seneden beri erkek, kadın, çoluk, çocuğumuzun çektikleri sefalet yani açlık ve çıplaklığa bir nihayet verilmek ve Wilson Prensibi’nin on ikinci maddesiyle İngiliz, Fransız, İtalyanların ilhâksız tazminâtsız sulh tekliflerini ,düstüru ittihazıyla, hükümet, sinemize açılan yaralara bir deva olmak için mütâreke akdetti. Mütâreke şerâtinde her hükümet, sulh oluncaya değin olduğu yerde kalacağı sarâhati mevcut iken maalesef mütâreke perdesi arkasında işgal başladı. Yavrusunu annesinin kucağında parçalayan, kocasını evladını baltalarla öldüren, namusa, ırza taarruz eden vahşi Yunanlılar ,Anadolu’nun dide-i imânı olan İzmir’imizi, İngiliz, Fransız kisvesinde Ermeniler, nefsi yurdumuz olan Adana ve havâlisini istila eylediler. Gayr-i meşru bu hallere el-ân adâlet ve medeniyetten dem vuran hükümetler ise yabancı nazarıyla bakıp seyr ve temâşa ettiler. Adeta bu vahşetten bir lezzet aldılar. Feryadımızı işitmiyorlar veyahut işitmek istemiyorlar. Tekliflerini büsbütün unuttular. İşte bu mezâlime karşı bir avuç Kuvâ-yı Milliye’miz bunların bu vahşi taaruzlarına bir kal’a-i ahenin teşkil ederek aslan gibi çarpışıyor eve avn-i hakla muvaffak oluyor. Millet ve vatanımızın hayat ve memât meselesi olan bu işte erkekler kadar kadınlarımız da alâkâdar olmakla hayatımızın son dakikasına kadar vatanımızı kurtarmak için çalışmak mecburiyetindeyiz.” diyerek, tarihe not düştüğü bu konuşmasından sonra İstanbul’daki İtilaf Devletleri temsilciliklerine protesto telgrafı çekilmesine, bu telgraf metninin bir suretinin de Padişah’a, Sadaret makamına ve Dahiliye Nezaretine gönderilmesine karar verilmiştir…’’
Erzurumlu İslâm kadınları Nâmına; Münire,Fatma, Kadriye,Şeküre, Faika Hakkı imzasıyla kaleme alınan bu protesto metni, Faika Hanım tarafından da Muratpaşa Camii’nde okunmuştur. (*) Ek Kaynak - Erzurum’un Yüzleri - Atatürk Üniversitesi Yayınları.

Feyyaz İbrahimhakkıoğlu;
Feyyaz İbrahimhakkıoğlu Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi’nin torunudur.
1941 yılında Erzurum’da dünyaya gelmiş, İlkokuldan itibaren eğitimi babası Hakkı Efendi’nin görevi dolayısıyla Aşkale, Erzurum, İskenderun, Ergani, Diyarbakır gibi bir kaç il ve ilçede geçmiştir. Nihayet Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen Okulu’nda ortaokul ve Ankara Devlet Demiryolları Lisesi’nde Liseyi okumuş, 1962 tarihinde mezuniyetinden sonra Devlet Demiryolları bünyesinde teknik eleman olarak göreve başlamış ve bu kurumdaki görevini bir süre daha Erzurum’da sürdürmüş, takiben Toprak- Su kurumunda 1978 yılına kadar çalıştıktan sonra kendi isteğiyle memuriyetten ayrılmıştır.
Memuriyet yıllarında zaman zaman gittiği İstanbul’da daha öncesinden ata dede komşusu olarak ailece tanıdığı Erverdi ailesinden Ezel Erverdi vasıtasıyla dahil olduğu ‘Hareket’ dergisi, Nurettin Topçu ve daha sonra ‘Dergah’ dergisi çevresine dahliyeti Feyyaz Bey’in hayatındaki önemli duraklardan birini teşkil eder. Çocukluk yıllarından beri kafasını meşgul eden ‘insan hürriyet ve şahsiyeti’, ‘özgürlüğün ve çalışmanın karakteri’, ‘mümin varoluşu’ gibi hususlarda sürekli bir dikkat ve rikkat içerisinde yaşamaya çalışan Feyyaz Bey için bu tanışıklık oldukça önemlidir.
Şair ve yazar İsmail Bingöl’ün “Yerini Bulmamış Adam- Feyyaz İbrahimhakkıoğlu” başlıklı yazısında da değinmiş olduğu gibi; bu tanışıklık ‘’…Feyyaz İbrahimhakkıoğlu’nun zihninde, ruhunda, maddi ve manevi hayatında derin izler bırakacak biriyle; Nurettin Topçu’yla tanışmasına da vesile olacaktır ki, kendisi de bu durumu; ‘bilinçli olarak asıl fikir hayatım belki bundan sonra başladı’ şeklinde özetlemiştir…’’
Erzurum’un düşünce, fikir, sanat, siyaset ve diğer sosyal hayatında yakından tanıyan herkeste oldukça derin izler bırakan Feyyaz İbrahimhakkıoğlu, şehrimizin bir diğer kıymeti olan kardeşi ressam Fehim İbrahimhakkıoğlu ve kızkardeşi edebiyatçı Belkıs İbrahimhakkıoğlu ile gerek İstanbul ve gerekse Erzurum eksenli birçok edebi, ahlaki, sosyal ve kültürel girişimlerin de mimarı olmuştur. Bu bakımdan Feyyaz İbrahimhakkıoğlu’nun özellikle yakın çevresinde yapmış olduğu saf, keskin ve net ifadelerle şekillenmiş sohbetlerinde bırakmış olduğu izler ise şehrimizin sözlü kültür hayatında şehrin yakın tarihine şahitlik edecek niteliktedir.
Evlendikten sonra bir süre İstanbul’a göç eden Feyyaz İbrahimhakkıoğlu, Dergah yayınları bünyesinde fiilen çalışmaya da başlayarak Erzurum’dan İstanbul’ uzanan bir görgü çerçevesinde bir yandan taşradan merkeze uzanan memleket görüşünü şekillendirirken diğer yandan da başta Nurettin Topçu olmak üzere Necip Fazıl, Cemil Meriç, Tahsin Banguoğlu gibi önemli isimlerle de ayrıca tanışma ve konuşma imkanı bulmuş ve bu birikimle olgun yaşlarında dinleyen herkesi sarıp sarmalayarak kuşatan ve düşündüren bir üslubun sahibi olmuştur.
Onu yakından tanıyanların bir an durup sadece ‘Feyyaz Ağabey…’ diye anmalarına da sebep olan ve maalesef çok sınırlı bir çevrede bilinen bu dolu, olgun ve ölçülü bir kesinlik içerisindeki üsluba bakıldığında Feyyaz İbrahimhakkıoğlu’nun aslında şehrin derin tarihine mührünü vurarak süregelen Erzurum’un sohbet erlerinden olduğunu söylemek gerekmektedir.
İstanbul ve Dergah deneyiminden sonra tekrar Erzurum’a geri dönen Feyyaz İbrahimhakkıoğlu, özel hayatında severek uğraştığı ve çokça bilinmeyen desen, motif, maket ve resim çalışmalarını da maalesef hiçbir zaman gün yüzüne çıkarmamış; 1993 yılında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bünyesinde kurulan ‘İbrahim Hakkı Araştırma Enstitüsü’ nün kuruluşunda görev almış; büyük dedesi İbrahim Hakkı Efendi’nin çalışmalarında kullandığı kişisel eşyaları, tahta küre, kozmoğrafya aletleri ve haritaların bu enstitüde korunmasını sağlamıştır. Gerek bu enstitü bünyesindeki çalışmaları ve gerekse şahsi sohbetlerinde ise Türk- İslam düşünce ve ilim hayatında derin bir iz bırakan Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi’nin hakkındaki rivayetlerin ötesinde layık-ı veçh ile tanınması için çaba sarf etmiş, onun her şeyden önce çalışkan bir müderris, derin bir tefekkür ve aşk adamı ve sürekli tefekkür içinde durmaya çalışan bir mümin kişi olduğunun altını çizmiştir.
29 Ağustos 2010 tarihinde vefat eden Feyyaz İbrahimhakkıoğlu’nun nasıl bir yorum, kritik ve üslubun sahibi olduğunu görebilmek için Prof. Dr. Ömer Özden’in şu ifadesine bakmak yeterli olacaktır: ‘’…Feyyaz İbrahimhakkıoğlu ağabey benim Yahya Kemal üzerine çalışmalar yaptığımı biliyordu. Bir gün yanına uğradığımda Yahya Kemal’in ölüm hakkındaki düşünceleri üzerine konuşmuştuk. Sohbetimiz sırasında ben Yahya Kemal’in ölüm korkusunu yenen bir şair olduğunu belirtince Feyyaz Ağabey bir süre duralamış ve Yahya Kemal’in şu beytini okumuştu.
“Ölmek kaderde var, yaşayıp köhnemek hazin / Buna bir çare yok mudur ya Rabbelalemin?”
Sonrasında ise bu beyit üzerine yoğunlaşarak; Yahya Kemal’in ölümden değil asıl unutulmaktan korktuğunu ifade etmişti…’’
Rahmet ve saygı ile anıyoruz.

Fuat İğdebeli;
Fuat İğdebeli 22 Temmuz 1925 tarihinde Erzurum’da Muratpaşa Mahallesinde dünyaya gelmiştir.
1947 yılında Erzurum Lisesinden mezun olmuştur. Üniversite öğrenimi için 1948 yılında İstanbul’a giden Fuat İğdebeli aynı yıl İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne kaydolarak ilkin Halil Dikmen Galerisinde resim eğitimi almıştır.
1949 yılında kendi isteği ile Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesine geçen Fuat İğdebeli son sınıftayken devamsızlık kararıyla okuldan ayrılmış ve bir süre serbest işlerde çalıştıktan sonra 1952’de Erzurum’a geri dönmüştür. Daha sonra Akademiye tekrar kaydolmuş ve 1963 yılında mezun olarak öğretmenliğe başlamıştır.
Akademideki yıllarında Erzurum konulu Kale, Rabia Ana Çeşmesi ve Karda Ayak İzleri konulu 3 tablosuyla Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun gönlünde taht kuran Fuat İğdebeli 1972 yılına kadar Erzurum Gazi Ahmet Muhtar Paşa Ortaokulunda Resim Öğretmeni olarak görev yapmış ve 1973 yılında tekrar İstanbul’a dönerek kendi atölyesini açmış, büyük firmaların ve reklam şirketlerinin aradığı usta bir ressam olarak çalışmıştır.
Resim Öğretmenliği yanında eğitimciliği ve insani ilişkilerindeki derinlik dolayısıyla da tanıyan hemen herkesin çok sevdiği ve saygı duyduğu müstesna bir kişilik olarak hafızalarda yer etmiş, 1969 yılında Taksim’de düzenlediği Erzurumlu Çocuklar adlı sergiyle de Cumhuriyet sonrası Türk Resim tarihinde çok değerli bir yer edinmiştir.
Ömrünü son yıllarını Erzurum-Köprüköy ve İstanbul’da geçiren büyük usta Fuat İğdebeli 24 Şubat 2015 tarihinde vefat etmiştir.

Gazi Ahmet Muhtar Paşa;
93 Harbinin doğu cephesi komutanı ve Osmanlı sadrazamıdır. 1839´da Bursa´da doğmuştur. 1873´de kısa bir süre Nafia nazırlığı yapan Ahmet Muhtar Paşa, meşhur 93 Harbi başladığı sırada Erzurum´daki 4. Ordu Komutanlığı vazifesinde bulunmuştur. Osmanlı Rus Harbi dolayısıyla adı adeta Erzurum’la birlikte anılan ve 93 Harbi esnasında Zivin, Gedikler ve Yahniler muharebelerinde Rusları yenen Ahmet Muhtar Paşa Kazandığı bu zaferler sebebiyle Sultan İkinci Abdülhamid tarafından Gazilik unvanı Murassa Osmani Nişanı verilmiştir. 1919 yılında vefat etmiştir.

Gölletli Kelamî Baba – Şerif Ağa oğlu Ahmet;
Türk Halk Şiiri ve aşıklık geleneği tarihinde Oltu havzasında yer alan Şenkaya’ya bağlı Göllet - Kömürlü Nahiyesi’nde 1847 yılında doğmuştur. 1927 yılında 80 yaşında vefat etmiştir. Kısa ve manidar biyografisi dışında hakkında herhangi bir inceleme yapılmamış, edebiyat dünyasında yeterince tanınmayan Erzurum, Şenkaya’lı bir halk şairimizdir.
Kelami Baba’nın asıl Adı Ahmet’tir. Şiirlerinde “Âşık Kelâmî”, “Gölletli Kelâmî” ve “Kelâmî” mahlaslarını kullanmıştır.
Oltu havzası şairleri arasında sayılan Kelami Baba, ‘Badeli Aşıklar’dan sayılmaktadır. Göllet köyünden Şerif Ağa’nın beş erkek çocuğundan en büyüğüdür. Çocukken rüyasında Pirler Meclisi’ni gördüğünü, kendisine bâde verildiğini anlatmıştır. Daha çocukken gördüğü bu rüyasında Bedehşan’da bulunan Bergüzâr isimli kızın kendisine gösterildiğini ve ona âşık olduğunu nakletmiştir.
İlerleyen yaşlarında şiirlerinde kullandığı “Kelâmî” mahlasıyla çağrılmıştır. Okuma yazma bilmeyen Kelami şiirlerini, kendisine sır katibi olarak seçtiği Mehmet Efendi’ye yazdırarak bir deftere kaydetmiştir. Yörede bilinen hikayesine göre; 500 yapraktan ibaret olduğu söylenen bu defter Kelâmî Baba’nın vefatından sonra, maalesef akrabalarından bazı kişiler tarafından sigara kâğıdı olarak yakılmıştır.
En meşhur şiiri ‘Gelsin Bu Meydane’ bugün için aşıklık geleneğimizde örnek alınan başat şiirlerdendir…

Habib Baba;
Buhara Müftüsünün oğlu olup, Kadiri şeyhlerindendir. Hindistan, Bitlis ve Şam’a seyahat etmiş, şeyhinin isteğiyle Erzurum’a gelerek Yeğenağa Mahallesinde irşada başlamıştır. 1847 yılında vefat eden Habib Baba daha önce Timurtaş Paşa Türbesi diye bilinen Erzurum’daki türbeye defnedilmiştir.

Hacı Ahmet Baba;
Rufa-i tarikatı şeyhlerinden, tasavvuf ve keramet ehli bir zattır. Van’ın Hoşab (Güzelsu) beldesinde 1792 yılında dünyaya gelmiştir. İlk tahsilini ve tasavvuf terbiyesini babasının dergâhında almıştır. Pir Muhammet Küfrevi dergâhında bir süre eğitim aldıktan sonra, babasının isteği üzerine kardeşiyle birlikte Horasan ilçesine bağlı Hacı Ahmet (Sanamer) köyüne yerleşmiştir. Hacı Ahmet Baba ömrünü dini anlatmaya, insanları doğru yola çağırmaya adamıştır. 120 yaşında vefat etmiştir.

Hacı Cafer Efendi;
Erzurum doğumlu olan Hacı Cafer Efendi’nin babasının adı Ebubekir’dir. Doğum tarihiyle ilgili kesin bilgi bulunmamaktadır.1635 yılında Erzurum Hazinesi Mukataa Memuru olarak Sultan İbrahim tarafından tayin edilmiştir. Cafer Efendi, Caferi’ye Camii külliyesini yaptıran ve çevresine her türlü yardımı yapan bir kişi olarak tanınmıştır. Padişah Genç Osman’a karşı ayaklanan Yeniçerilerle kahramanca savaşmış,1061 yılı Şaban ayının yedinci Salı günü öğleden sonra (M.1650) yeniçeriler tarafından şehit edilmiştir. Caferi’ye camiinin son cemaat mahalline açılan pencerenin önünde defnedilmiştir.

Hacı Derviş Ağa;
Derviş Hacı İbrahim Ağa 17. yüzyıl sonu 18.yüzyıl başlarında hayat sürmüş Erzurum’un yetiştirdiği, sanatkar ve kundura işleriyle uğraşan bir tüccardır. Ömrünü Allah’ın rızasını kazanmaya adamış bu müstesna şahsiyet sahip olduğu dünyalıkların tamamını bağışlamış, hayır sahibi oluşuyla gönüllerde taht kurmuştur. 1736 yılında vefat etmiştir.

Hafız Faruk Kaleli;
Erzurum türkülerinin en önemli kaynak kişisi olan Hafız Faruk Kaleli 1896 yılında Erzurum’un Hasankale, şimdiki adıyla Pasinler ilçesinde dünyaya gelmiştir. 19 yaşında iken Çanakkale Savaşlarına katılan Hafız Faruk Kaleli savaş sonrası Rus işgali altındaki Erzurum’a dönerek Hasan Basri İlkokulu’nda öğretmenlik görevine başlamıştır. Öğretmenliğin yanı sıra o yıllarda Lala Paşa Cami İmamı, bestekâr Kitapçızâde Hafız Hamit Efendi ile birlikte konaklarda, oturma odalarında sesi güzel hafızları da yanlarına alarak tekke-tasavvuf musikisi icra etmişlerdir.
Türk kültürüne asıl hizmeti yöresinin türkülerine sahip çıkmakla ve onların büyük bir bölümünü repertuara kazandırmakla yapmıştır. Muzaffer Sarısözen’le tanışmış ve onun davetiyle, misafir sanatkâr olarak Yurttan Sesler Topluluğu’na katılarak Erzurum çevresinden derlediği türküleri radyoda okumuş ve bu türküleri tüm Türkiye’ye duyurulmasında öncü olmuştur. Bu gün TRT Repertuarında yer alan Erzurum türkülerinin büyük bir bölümü Faruk Kaleli’nin emek ve gayretleri sonucunda bir araya gelmiştir.
22 Kasım 1947 senesinde vefat eden Hafız Kaleli Türk edebiyatının büyük ismi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle “Erzurum’da öteden beri devam eden iki başlı musiki geleneğinin son varisidir.

Haluk Güçlü;
1951 yılında Erzurum’da doğdu. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversite eğitimini burada tamamladı. İlk yağlıboya tablosu olan Erzurum’da Kışı 13 yaşında yaptı. Ortaokul sıralarında ressam Fuat İğdebeli ile tanışmıştır. 70’li yıllarda Erzurumlu mütefekkir Ali Karavcı’nın öğrencisi olan Haluk Güçlü, aynı zamanda Doğu Ekspres gazetesinin günlük klişelerini çizmiştir.
Kırmızı Çeşme, Leman, Çaykara, Emirgan’da Bir Köşe, Karadeniz Çay Bahçesi, Musalla Taşında, Hülya, Serçeme Deresi’nde, Yakutiye’den gibi mahalli tablolarının yanı sıra Garibanam, Tutku, Pusu, Deli Nazım, Sarı gelin, Kuşbaz, Devlerin Aşkı, Nene, Ali Karaavcı gibi felsefî derinlik içeren çalışmalarını bu dönemde yapmıştır.
Güçlü aynı zamanda ünlü Türk Bayrağının Doğuşu, Türklerin Ergenekon’dan Çıkışı, Kürşad İhtilali Destanı, 100 Türk Büyüğü gibi büyük ebatlı tablolarında sahibidir.
Çok sayıda amblem, logo, grafik tasarım ve kitap kapağı çalışmasının yanında yayıncılıkta yapan ve hocası Ali Karaavcı’nın kitaplarını yayınlamış, Erzurum’da Ilıca Turistik Oteli ve tarihî Köşk Binası’nın restorasyonlarını yapmıştır. resim hakkındaki görüşü Derûnilik olarak bilinmektedir. 1996’da Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmış daha sonra Eğitim Fakültesi Resim Bölümüne geçmiştir. 16 Ağustos 2011 tarihinde vefat etmiştir.

Hasan-ı Basri Hz;
Asıl adı Hasan bin Yesar'dır. Künyesi Ebu Muhammed veya Ebu Said'dir. Aile kökleri aslen Irak’ın Basra kentindendir. Hz. Ömer'in halifeliği sırasında 641 (H.21) senesinde Medine'de dünyaya gelmiştir. Doğduğunda adet üzere adı konulması için Hz. Ömer'e götürülmüş, Hz. Ömer onun güzel yüzünü görünce; “Adı Hasan (güzel) olsun” buyurmuştur. Arapçayı en iyi şekilde öğrenmiş, çocuk yaşta Kur'an-ı Kerim'i ezberlemiş, Sahabe-i Kiram'dan (ra) ilim ve feyiz almıştır. Hasan Basri on beş, on altı yaşlarındayken ailesiyle birlikte Medine-i Münevvere' den ayrılıp zamanın en önemli ilim merkezlerinden olan Basra'ya, babasının memleketine yerleşmiş ve önemli sahabelerin ilim meclislerinde bulunmaya devam etmiştir. İbni Ziyad, Horasan'a vali olunca onunla birlikte Horasan'a gitmiş ve on sene kadar burada bulunarak birçok sahabeyle görüşmüştür. Fıkıh, Tefsir, Kelam, Tarih gibi zahiri ilimlerde yüksek derecelere ulaşmıştır.
728 senesinde, Basra’da vefat etmiştir. Türbesi, Yukarı Hasan-i Basri Mahallesindedir. Esasen Hasan-ı Basri Hazretleri’nin kabri Basra’da Salihiye mevkiindedir. Hasani Basri Hazretleri Erzurum’a hiç gelmemiştir. Bu zata bağlı olan şahıslar, bir zaviye ve mescid kurarak tarikatını devam ettirmişlerdir. Türbe bahçe içerisinde korumaya alınmıştır. Türbe ve parkı 1993 yılında Erzurum Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılmıştır.

Hattat Hasan Çelebi;
1937’de Oltu’nun İnci köyünde doğmuştur. Dayısından Kuran-ı Kerim öğrenip hafızlığa başlayan Hasan Çelebi 1954’te İstanbul’a giderek Üç baş Medresesi’ne yerleşmiştir.
15 Mayıs 1956’dan itibaren Mihrimah Sultan Camii’nde müezzin olarak başladığı görevine ilerleyen tarihler içinde başka camilerde imam olarak devam etmiş 1964’ten itibaren hattat Halim Özyazıcı, Hamit Aytaç ve Kemal Batanay’dan hat meşk etmiş ve 1975’te Hamit Bey’den Sülüs ve Nesih, 1981’de de Kemal Bey’den Ta’lik ve Rik’a yazı çeşitlerinden icazet almıştır.
1982’de ilk kişisel sergisini İstanbul’daki İslam Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi’nde (IRCICA) açan Hasan Çelebi ayrıca 1984’te Kuala Lumpur (Malezya) ve 1985’te de Ürdün Prensi Hasan B. Tallal’ın davetiyle gittiği Amman Sergilerini açmıştır.
1987’de emekliye ayrılan Hasan Çelebi aynı yıl Kuba Mescidinin yazılarını yazmak üzere bir yıl süreyle Medine’de bulunmuş, 1992’de Malezya İslam Kültür Merkezi tarafından Kuala Lumpur’a davet edilmiş ve 1994 yılında IRCICA’da “Hat Sanatında 30 Yıl” sergisini açmıştır.
1976’dan beri hat derslerine devam eden Hasan Çelebi yurt içinden ve yurt dışından olmak üzere toplam 52 öğrencisine icazet vermiştir.
2007 yılında Hüsn-i Hat Buluşması’nda Geleneksel Sanatlar Derneği tarafından hat sanatına olan katkılarından dolayı “Gümüş Lale” ödülü alan Hasan Çelebi hat sanatı çevrelerinde ‘Reisü’l Hattatin’ olarak bilinmekte ve öylece kabul edilmektedir.

Haydar Telhüner;
Söz yazarı, bestekar kemani Haydar Telhüner 1911 yılında Erzurum’un Muratpaşa mahallesinde dünyaya gelmiştir.
Annesi Cemile Hanım, Babası Yüzbaşı Derviş Efendi’dir. 8-10 yaşlarında mey, davul, tef çalarak müziğe başlamış, sonradan ud ve bir tür mey’e yönelmiş ve nihayet kemandan etkilenerek keman çalmaya başlamıştır.
Telhüner, sanat hayatında ileri adımlar atmak adına 1938 yılında İstanbul’a yerleşmiştir. Bu yıllarda Algöz olan soyadını mesleğine uygun olan Telhüner olarak değiştirmiştir. Bir müddet İstanbul’da ikamet ettikten sonra 1960-1963 yılları arasında Erzurum’da yaşayan oğlu Necdet ALGÖZ’ün yanına dönmüştür.
Telhüner Erzurum Halk Oyunları ve Halk Türküleri Derneği’nde öğrencilere müzik eğitimi vermiştir. 1964 yılında İstanbul’a dönen Telhüner 10 Kasım 1965 yılında geçirdiği elim bir tren kazası sonucu vefat etmiştir.

Hazık Mehmet Efendi;
Erzurum doğumlu Şair Hazık Mehmet Efendinin doğum tarihi bilinmemekle beraber ölüm tarihi 1763 olarak kaydedilmiştir. Asıl adı Seyyid Mehmed’dir. Şiirlerinde “işinin ehli, usta” anlamına gelen Hâzık mahlasını kullanmıştır. Karabağ’dan Erzurum’a gelip yerleşen ve Feyziye Medresesi Müderrisliği yapmış olan Kara Bekir lakabıyla tanınan Ebubekir Efendi’nin oğludur.
İyi bir öğrenim görmüş, ilkin babasından, sonra İhlasiye Medresesi müderrisi Müfti Ömer Efendi ve Kazâbâdi Ahmed Efendi gibi devrin tanınmış bilginlerinden ders almıştır. Öğrenimini tamamladıktan sonra mülâzım olmuş ve başta İbrahim Paşa medresesi olmak üzere çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır.
Bunlardan özellikle Hatuniyye Medresesi Müderrisliği uzun sürelidir. Hz. Peygamber soyundan geldiği için Erzurum Nakîbüleşraflığına, 1756 yılında da Erzurum Müftülüğüne atanmış vefatına kadar bu görevde kalmıştır.
Aralarında Farsça öğrettiği İbrahim Hakkı Efendi’nin de olduğu pek çok öğrenci yetiştiren Hâzık Mehmed Efendi’nin vefatı dolayısıyla Erzurumlu İbrahim Hakkı “Hakkı denildi fevtine tarih / Hakka yöneldi Hâzık Efendi” diyerek bir tarih düşmüştür.
Erzincankapı Kabristanına defnedildiği bilinmekle beraber anılan yerdeki mezarlığın kaldırılması sırasında kabri kaybolmuştur.
Hazık Efendi’nin en çok bilinen üç eserinden biri, Kadı Beyzâvî’nin tefsirini açıklayan Ta ‘likât ‘ala Tefsiri ‘l-Beyzâvi adlı eseridir. Diğeri çeşitli konular hakkında verdiği fetvaların bir araya getirildiği Fetvalar’ıdır. Ne var ki bu iki eser ele geçmemiştir. Diğer eseri ise Divan’ıdır. 
Divan’ın Erzurumlu Abdürrezzak İlmi Efendi tarafından İstanbul’da 1900 yılında basılmış matbu bir nüshasının yanında, on altı yazma nüshası tespit edilmiştir. Bu Divan üzerine Hüseyin Güfta tarafından bir yüksek lisans tezi de yapılmıştır.
“Hâzık Efendi, şiirlerinde manaya ve hikmet’e önem vermiş bir şairdir. O, kasidede Nef’î’nin, hikemî şiir söylemede ise Nabî’nin yolunda yürümüş; bu iki büyük şairin etkisinde kalmıştır. Döneminin iyi şairleri arasında yer alan Hâzık’ın dili, yaşadığı devire göre sade ve temiz bir Türkçedir. ‘Ağırbaşlı bir anlatımı vardır. Hâzık, şiirlerinde daha çok anlama önem verir. Klasik mazmunları ustalıkla kullanır. Şiirlerinde tasavvufi aşkın yanında arasıra maddi aşka da yer verir.’ Hâzık, 18. asırda Erzurum ve muhitinin yetiştirdiği bir klasiktir. Klasisizmin mevzu’larından olan tasavvufa karşı da yabancı değildir. Gazellerinde platonik aşkın dalgaları hissedilmektedir. (*) Ek Kaynak : H.Ali Kasır - Basılmamış Y. Lisans Tezi, Erzurum 1992 - Erzurum Şairleri (1999).
Hâzık’ın rahat, akıcı ve pürüzsüz bir şiir üslûbu vardır. Şiirlerinde çirkin ve kaba söyleyişe çok az rastlanır. Bunlar da dîvân şiirinde ‘rakip’ için söylenen sözlerden ibarettir. Bunların dışında ağırbaşlılık, nezaket ve yumuşaklık şiirde hâkim unsurlardır. Bu özelliklere ilaveten mazmunlardaki incelik, zerafet, halk dilinden derlenmiş deyimler, terkip kullanılmadan gayet sade bir dille ifade edilmiş beyitler, Hâzık’ın şiirlerinin başlıca özellikleridir.

Hüseyin Avni Ulaş;
1887’de Elazığ’ın Karakoçan İlçesi’ne bağlı Kümbet köyünde doğmuştur. Erzurum Mülkiye İdadisi’ne kaydolmuştur. I. Dünya Savaş’ında Kafkas cephesinde Ruslar’a karşı savaşmış, 1918’de Bitlis ve Kars’ın kurtuluşuna katılmış ve Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer almıştır. Erzurum ve Sivas kongrelerine katılmış, son Osmanlı Mebusan Meclisine seçilip Misaki Milli’ye imza atmıştır. 1948 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.

İlhami Çiçek;
İlhami Çiçek, 1954 yılında Erzurum’un Oltu ilçe- sinde dünyaya gelmiştir. Doğuda ince bir damar halinde canlılığını sürdüren âşıklık geleneği onun tek ilgi ve iletişim alanı olmuştur. Zaman zaman âşıkların toplantılarına katılmış onları büyük bir hayranlık ve dikkatle dinlemiştir. Şiire ilgisi de böyle başlamıştır. Ortaokul ikinci sınıfta Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Çoban Çeşmesi” şiiriyle katıldığı ‘Şiir Okuma Yarışması’nda birinci olmuştur.
İlk ve ortaokulu Oltu’da, liseyi Erzurum merkezde bitiren Çiçek Erzurum’da, Edebiyat Fakültesinde okurken halk edebiyatına ilişkin yazılar yazmış ve bu yazılar yerel gazetelerde yayımlanmıştır.
Bir yandan üniversitede okurken bir yandan da vekil öğretmenlik yaparak şiir çalışmaları ağırlık vermiştir.. Şiire olan tutkusu, onu divan şiirine götürmüş, üniversiteden sonra 1978 yılında Kırıkkale Lisesinde edebiyat öğretmenliğine başlamıştır.
Bu dönemde Nuri Pakdil’in çıkarmış olduğu Edebiyat Dergisi’ne şiirler göndermiş, “Satranç Dersleri” isimli kitabı da bu yıllarda yayımlanmıştır.
Şair, daha sonra Evlenerek İstanbul’a yerleşmiş, Pendik Lisesinde öğretmenlik yapmıştır. 1983 yılının Mart ayında kısa dönem askerlik için Tokat’ ta bulunmuş ve uzun zamandır süren hastalığı dolayısıyla Mevki Hastanesi’nde tedavi görmüştür. Bununla beraber hastalığı askerde daha da artarak askerliğinin bitmesine çok kısa bir süre kala geçirdiği şiddetli bir kriz sonrasında 14 Haziran 1983 tarihinde vefat etmiştir.

İsmail Saip Sencer Hoca;
İflah olmaz bir kedi ve güvercin tutkunu da olan ve kendisi yemeyip onlara yediren İsmail Saib Sencer Hoca, 31 Ocak 1873’te Erzurum’da doğmuş. Babası Erzurumlu Hacı Kurbanzade Binbaşı Mehmed Şevki Bey, annesi Ayşe Hatundur. Annesinin kabri Erzurum’da Dervişağa Camii’nin önündeki hazirededir.
Annesinin vefatından sonra küçük yaşta Erzurum’dan İstanbul’a giden İsmail Saib Efendi İstanbul’da Esekapısı İbrâhim Paşa İbtidâî Mektebi’ni ve Koca Mustafa Paşa Askerî Rüştiyesi’ni bitirir. Fatih dersiâmı Arapkirli Abbas Şükrü Efendi ile Süleymaniye dersiâmı Ferhad Efendi’den dinî ilimlerde icazetname aldıktan sonra Tıbb-ı Atik, tıp disiplinlerine dair teşri’ ve biyoloji gibi ilimlerle uğraşır, Milli Eğitim Bakanlığının açmış olduğu imtihanı kazanarak Beyazıt Umumî Kütüphanesi’nde ikinci hâfız-ı kütüp (İkinci Müdürlük) tayin olunur. Erzurum u ve doğup büyüdüğü yerleri hiç unutmayan hep söz eden ve hasretle bahseden ve ayrıca medrese tahsili de yapan İsmail Saib Hoca, Beyazıt dersiâmlığı unvanını da alarak 1902-1903 tarihlerinde Beyazıt Camii’nde dersler vermiştir.
Daha sonra 1911 yılında Sinan Paşa Medresesi’nde Arapça hocalığı, 1914’te Dârü’l-Hilafeti’l Aliyye Medresesi’nde yüksek kısım Arap edebiyatı müderrisliği yapar ve Beyazıt Umumi Kütüphanesi’nin müdürü Tahsin Efendi’nin vefatından sonra da kütüphanenin birinci müdürü olur. 1919 yılında Süleymaniye Medresesi’nde kelâm müderisliği de yapan İsmail Saib Hoca, 1921’den 1925’e kadar da Dârülfünun’da (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi) Arap Edebiyatı dersleri vermiştir.
Şapka kanunu kendisine tebliğ edildiğinde, sahip olduğu değerler ve prensiplerinden fedakârlık etmeyeceğini ifade ile “Ben sarığımla geldim, sarığımla giderim.” diyerek üniversitedeki görevinden ayrılır. Kısa bir süre sonra Beyazıt Umumi Kütüphanesine çekilir. İsmail Saib Hoca, bu görevi esnasında maaşının yarısı ile kedi beslemiştir.
22 Mart 1940 tarihinde vefat eden İsmail Saib Sencer Efendi’nin na’şı görenlerin şehadetine göre; görülmemiş bir kalabalık tarafından kaldırılmış ve Merkezefendi’nin yanıbaşına defnedilmiştir.
İsmail Saib Sencer Hoca öldüğünde de muhteşem bir ders verir; vefatı dolayısıyla ‘…İlim âleminin başı sağ olsun…’ diyerek taziyelerini bildiren İsveç Başbakanı’nın , İngiltere Kraliçesinin ve Polonya Başbakanının telgrafıyla, başta İsmet Paşa olmak üzere devrin ekabirini hayretler içinde bırakır. Zira bu telgraflarda sanki tek bir yerden yazılmış gibi; ‘…Sadece ülkenizin değil, dünya ilim aleminin bir kaybı olan İ.Saip Sencer Hoca’nın vefatı ile çok büyük bir ilim yıldızı sönmüştür…, İlim aleminin başı sağ olsun…’ denilmiştir.
Hakkında bilinenleri, çoğunlukla rahmetli İbnülemin ile Uzunçarşılı Hoca’ya borçlu olduğumuz bu güzel Erzurum lu kitap adamının kendine has dağınıklığı ve şaşırtıcı derecedeki minnetsizliği ve tenezzülsüzlüğü ise bir o kadar düşündürücüdür. Pek çok yoruma göre, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Tarihi adlı eseriyle Bursalı Mehmet Tahir Bey’in Osmanlı Müellifleri adlı eserini İsmail Saib Sencer Hocaefendi dikte ettirmiş – bihakkın yazdırmış- ama hiçbir esere imzasını koymamıştır.
Bir dönem Beyazıt Kütüphanesinin ikinci müdürlüğünü de yapmış olan İsmail Saib Sencer Hoca’nın, Hitler Almanya’sından kaçan Yahudi asıllı, Alman Şarkiyat profesörü Oscar Reşer’in ilminde ve İslam’a girişindeki katkısı ise tam bir örneklik teşkil edecek niteliktedir. Onu kitaplarla birlikte tanıyan Oscar Reşer, İsmail Saib Hoca’nın ölümüne dek yanından ayrılmamış, vefatından sonra da “…benim ilim ışığım söndü…” diyerek intihara kalkışmıştır. İsmail Saib Hoca’nın bu ilkeli ve dürüst hayatını gördükten sonra Müslüman olan ve ismini Osman Reşer olarak değiştiren bu kısmetli Oscar/Osman Reşer hakkında Mahir İz Hoca’nın Yılların İzi adlı okunası kitabında da bilgiler mevcuttur.
Bundan başka İ.Saip Sencer Hoca’nın Oxford Üniversitesi Şark Dilleri Profesörü Margoliuth’ a, Fransız şarkiyatçı Louis Massignon’a, Alman Tarih profesörü Duda başta olmak üzere pek çok büyük düşünür ve tarihçiye de bilgi ve kaynak sağlamış, onlar için başvuru kaynağı olmuştur.
Rivayet odur ki; İbnülemin Mahmut Kemal İnal ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı, onu, “zamanın Ebu Hureyre’si” diye adlandırmışlar. Bundan başka, Uzunçarşılı’ya göre, İ. Saib Sencer Efendi deyince, “Keşfü’z- Zünûn” gibi bir eserin sahibi olan Kâtip Çelebi sözgelimi, kitâbiyyât, tercüme-i hal, tarih ve edebiyata vukufiyyet hususunda onun yanında tilmiz (talebe) kalır. O kadar ki, İ. Saib Sencer Hoca merhum, Keşfü’z- Zünûn’u tashih ve ilâvelerle zeyl ederek bu değerli esere kıymet katmıştır.
Mahir İz Hoca’dan okuduğumuza göre, yerli yabancı birçok kimse Erzurum evladı İ. Saib Sencer Hoca için ‘Ayaklı Kütüphane’, ‘Fihrist-i Ulûm’, ‘Canlı Bibliyografya’ ve ‘Çağın Cahız’ı’ gibi sıfatlar kullanmışlardır. Ayrıca Abdurrahim Şerif Beygu ‘Erzurum Tarihi-Anıtları-Kitabeleri’ adlı kitabında ondan Erzurumlu kıymetli kütüphaneci olarak bahsetmiş, Abdülbaki Gölpınarlı’da ‘Biz de onu Erzurum’un bir evladı olarak biliriz demiştir.’ İ.Saip Sencer Hoca’nın kökeni ile ilgili olarak Cemalettin Server Revnakoğlu’da ‘İsmail Saip Efendi’nin Erzurumlu oluşundan hiçbir şüphe yoktur…’ diye belirtmiştir.
Yine Uzunçarşılı Hoca’ya göre, Erzurumlu İ. Saib Sencer Efendi, hayranlık duyulacak derecede de büyük bir hafızanın sahibidir. Bir kimse ondan herhangi bir konu hakkında bilgi istemeye görsün, bu güzel adam her zamanki kıraat halindeyken, gözünü satırlardan ayırmadan “…Sağdan üçüncü raftaki 455 numaralı kitabın ikinci cildini al, 135’inci sayfadaki üçüncü paragrafa bak” deyiverir. Yetmedi mi, aynı konuyu anlatan 20 kitap daha sıralarmış…’’
İlginç bir anekdot: Halide Edibe Adıvar’ın ilk eşi Salih Zeki Bey, piyano çalamayan bayanlarla Fransızca konuşamayan bayların kadından ve adamdan sayılmadığı bir zamanda, Fransa’nın meşhur Sorbonne Üniversitesi’nde matematik tahsil etmiştir. Yurda döndükten sonra bir matematik kitabı vesilesiyle Beyazıt Kütüphanesi’nde İsmail Saib Sencer Efendi’yle tanışırlar ve matematik hakkında konuşmaya başlarlar. Salih Zeki Bey bu sohbetten sonra şöyle der; “Ben bu kadar yıl Avrupa’da matematik tahsili gördüm; ama matematiği şu Erzurum lu molladan öğrendim.”

Kara Fatma (Fatma Seher Erden);
1888’de Erzurum’da doğdu. Subay Dervişlerden Ahmet Bey ile evlendikten sonra Balkan Savaşı’na katıldı, askerlik hayatını eşi ile birlikte paylaştı. I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi'nde kendi ailesinden dokuz, on kadınla birlikte savaştı. Eşi Binbaşı Ahmet Bey'in Sarıkamış'ta şehit olduğu haberini aldıktan sonra memleketi Erzurum'a döndü.
1919'daki kongre günlerinde, Mustafa Kemal'le bizzat görüşebilmek için Sivas'a gitti. Milis Müfreze Komutanı olarak batı cephesinde görevlendirildi. Aldığı talimatla İstanbul'a gitti, silah ve adam kaçırma faaliyetlerinde bulundu. İzmir'in Yunan işgaline uğraması üzerine İzmir'e geçerek kurtuluşu için savaştı.
300 kişiyi aşkın birliği ile 1 ve 2. İnönü Muharebesi, Sakarya Meydan Muharebesi ile Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde çarpıştı. Büyük Taarruz’un ilk günlerinde General Trikopis‘in birliğine esir düşmüşse de, kaçarak yeniden müfrezesinin başına geçti; Bursa'nın Yunan işgalinden kurtuluşunda rol oynadı. Bir keresinde, onbaşı olduğunda neredeyse sadece kadınlardan oluşan birliği ile düşmanın cephe gerisine bir saldırı düzenledi ve aralarında bir Yunan subayı toplam 25 esir askerle geri döndü.
Kendisi ile karşılaştığında fakirlik ve çaresizliğini gören Kars mebusu Tezer Taşkıran ve Rize mebusu Yusuf İzzet Akçal'ın 1954 yılında verdikleri önerge ile TBMM, Kara Fatma için 170 lira aylık tahsis etti. Fatma Seher Hanım, 2 Temmuz 1955'te Darülaceze'de 67 yaşında vefat etti ve Kasımpaşa'daki Kulaksız mezarlığına defnedildi.

Kazım Karabekir Paşa;
1882'de İstanbul'da doğmuştur. Kazım Karabekir, Mehmed Emin Paşa'nın oğludur.
1905'te Erkan-ı Harbiye Mektebi'ni bitirerek "yüzbaşı" rütbesiyle orduya katıldı. II. Meşrutiyet'ten sonra Edirne'de II. Ordu 3. tümen "kurmaylığına" atandı. 31 Mart 1909 ayaklanmasında Hareket Ordusu'nda görev aldı. 14 Nisan 1912'de Binbaşılığa yükseldi. Balkan Savaşı'nda Trakya Sınır Komiseri olarak görev yaptı. 1914'te Yarbay rütbesiyle Birinci Kuvve-i Seferiye komutanlığıyla İran ve ötesi harekâtıyla görevlendirildi. Bir süre sonra İstanbul Kartal'da 14. tümen komutanlığına atandı ve Çanakkale'ye gönderildi. Kerevizdere'de Fransızlar'a karşı üç ay savaştıktan sonra "albaylığa" yükseldi. İstanbul'da I. Ordu erkan-ı harbiye başkanlığına atandıktan sonra, Galiçya ve Irak’a gitti.
1916'da Kutü'l-Amare'yi kuşatan 18. Kolordu komutanlığına getirildi ve burayı aldıktan sonra Irak'ta İngilizler'le çarpıştı. 1917'de 2. Kolordu komutanlığına getirildi ve Van, Bitlis, Elazığ cephelerindeki II. Ordu komutanlığına vekâlet etti.
1918'de Erzincan ve Erzurum'u Ermeniler'den ve Ruslar'dan geri aldı. Ardından Sarıkamış, Kars ve Gümrü kalelerini ve Karakilise'yi (Karaköse) kurtardı. Aynı yıl tümgeneral oldu.
Tekirdağ'daki 14. Kolordu Komutanlığının ardından Erzurum'daki 15. Kolordu Komutanlığına atandı. Hazırlıkları yapılan Erzurum Kongresi'nin toplanmasında önemli rol oynadı. Kurtuluş Savaşı'nda Edirne milletvekilliği ve Doğu Cephesi Komutanlığı yapan Kazım Karabekir Paşa, Ermeniler'in eline geçen Sarıkamış, Kars ve Gümrü kalelerini geri alarak 15 Kasım 1920'de Ermeni ordusunu kesin olarak ortadan kaldırmış, akabinde Gümrü Antlaşması'nı imzalamıştır.
Kars'ın alınmasıyla korgeneralliğe yükseldi. Rus Sovyet Sosyalist Federe Cumhuriyeti ve Kafkasya hükümetleriyle Kars Antlaşması görüşmelerini yürüttü. Kurtuluş Savaşı'nın bitiminden sonra I. Ordu müfettişliğine atandı.
1923'te İstanbul milletvekili oldu. 1924'te, TBMM'deki Dörtler Grubu'nu destekledi. Ardından askerlikten ayrılarak Halk Fırkası'ndan istifa etti. 17 Kasım 1924'te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının başkanlığına seçildi.
Siyasi yaşamına on iki yıllık aradan sonra, 6 Ocak 1939'da İstanbul milletvekili olarak devam etti.
1946'da TBMM başkanlığına seçildi ve bu görevde iken vefat etti.

Kazım Yurdalan;
Milli Mücadele döneminin meşhur komutanlarından olan ve 1945 yılından 1950 yılına kadar Erzurum Belediye Başkanlığı da yapan Kâzım Yurdalan Bey – Küçük Kazım Bey 1935 ve 1945 yılları arasında Erzurum’a yaptığı muhtelif hizmetlerle de ayrıca bilinmektedir.
Kayıtlara göre 1883 tarihinde Erzurum’da Söğütlü köyünde dünyaya gelmiş ve Çortan mahallesinde büyümüştür. IV. Murad'ın bayraktarlarından "Kazanasmaz" lakaplı Mehmet Ağa'nın 5. göbekten torunu da olan Kazım Yurdalan İstanbul Harbiyesinden (Harp Okulu) 1902’de Piyade Teğmen’i olarak mezun olup; çeşitli yerlerde Jandarma subayı olarak görev yapmıştır. (*) Ek Kaynak: Türkiye Ansiklopedisi 
Erzurum Kongresi'ne Tortum delegesi olarak katılmış ve Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından Mustafa Kemal'e yardım etmek üzere seçilen kurulda yer alan beş kişi arasında yer almıştır.
Erzurum Kongresinden sonra silahlı kuvvetlerde görev almış ve 29. Piyade Alay komutanı olarak Kars’ın düşman işgalinden kurtarılmasında gösterdiği başarıdan dolayı 1920 tarihinde Yarbay rütbesine yükseltilerek istiklal madalyası ile ödüllendirilmiştir.
Erzurum Merkez Yenimahalle Belediyesi ile Palandöken Belediyesi sınırları içindeki iki mahalleye adı verilmiştir. 13 Aralık 1962 tarihinde İstanbul Kasımpaşa Deniz Hastanesinde vefat ederek İstanbul’da toprağa verilen Kazım Yurdalan Bey’in vasiyetnamesindeki isteği üzerine kabri bilahare Erzurum Şehir Mezarlığına nakledilmiştir.

Ketencizade Mehmet Rüşdi Efendi; 

Ketencizade Mehmet Rüşdi Efendi 1834 tarihinde Erzurum’da doğmuştur. Babasının adı Bekir efendidir. Ailesi keten bezi ticaretiyle uğraştığından Ketencizade namıyla tanınmışlardır. Ketencizade aynı zamanda döneminin kurra hafızlarından olup, Erzurum medreselerinde eğitim görmüş, icazetini almış, çokça talebeler yetiştirmiş ve uzun yıllar Ulu camii İmam Hatipliği yapmıştır. 
Rivayete göre Ketenci zade Mehmet Rüşdi Efendi “Bilinmeyen bir sebeple Erzurum’a darılarak ayrılmış, önce Hac yapmak üzere için Hicaza oradan da İstanbul’a gitmiş ancak Erzurum’un Rus işgaline uğradığı günlerde tekrar şehre geri dönmüştür.
Bilgin, hattat, mutasavvıf, hafız, düşünür ve şair bir şahsiyet olan Ketencizade Efendi’nin kendi yazmış olduğu Mevlidi ve bir de Divanı vardır.
Şehrimizde, çokça tarihi yer ve şahsiyetlerinin kitabelerinde onun el emeği vardır. 1916 yılında vefat etmiştir.
Ayrıca mezartaşlarına yazmış olduğu kitabeler ve kayıt düşümlerinden dolayı da bilinen Ketenci zade Efendinin mezar taşında, günümüz yazım usulüyle şöyle kaydedilmiştir.(*) Ek Kaynak : Cumhuriyetin 75.yılında Erzurum, bültenden alıntı.)
Ketencizade Hacı Hafız Muhammed Rüştü Efendi, bilgin hattat, şair ve düşünür olan şehrimizin kıymetli evladının ruhu şad makamı cennet olsun.

Kemalettin Kamu;
Ailesi Erzurumludur. Kamu ilk tahsilini özel dersler alarak yapmıştır. Arapça öğrenmiş, hıfza çalışmış ve Erzurum Rüştiyesinde okumuştur.
1911’de babasının vefatı üzerine Refahiye’ye gelen Kamu 1. Dünya Savaşı sırasında annesi ile beraber Sivas’a, oradan Kayseri’ye ve daha sonra ağabeyi Hüsnü Uluğ’un Bursa Sultanisi Matematik Öğretmenliğine tayini üzerine Bursa’da yaşamıştır.
Bursa’nın işgali üzerine Ankara’ya geçen ve orada Matbuat Umum Müdürlüğü’ne Ajans Memuru olarak giren Kamu 1923’te İstanbul Erkek Muallim Mektebinden mezun olmuş 1933’te ise İstihbarat ve Neşriyat Müdürü olarak görev yapmıştır.
Daha sonra bu vazife uhdesinde kalmak üzere Anadolu Ajansı’nın mümessili sıfatıyla Paris’e gönderilmiş, yurda döndükten sonra 1938 seçimlerinde Rize, 1946 seçimlerinde Erzurum Milletvekili olarak Meclis’te bulunmuştur.
TDK Terim Kolu Başkanı olarakta çalışan Kamu 1948 yılında vefat etmiştir. Bazı araştırmacılar onu Beş Hececiler’den sonra gelen ve aynı yolda yürüyen Ö. Bedreddin Uşaklı, N. Halil ile birlikte anmışlardır.


Kolağası Şeyh Alirıza Efend;
Türk şiiri ve Anadolu Tasavvuf geleneği içerisinde oldukça önemli bir yere sahip olan Kolağası Şeyh Ali Rıza Efendi 1845-46 yıllarında Habib Efendi Mahallesinde dünyaya gelmiştir
Ali Rıza Efendi çocukluk döneminde Gümrük Medresesinde Hacı Osman Efendinin derslerine devam etmiştir. Bilahare Askeri mekteplerde okuyarak orduya katılmış ve Erzurum’dan ayrılmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun çeşitli beldelerinde subaylık görevini ifa etmiştir. 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinde genç bir subay olarak Kafkas cephesinde Ruslara karşı savaşmıştır. 
Birinci dünya savaşı öncesinde emekli olup Tokat’a yerleşmiş, 84-85 yaşlarında vefat etmiştir.(1929-1930) Naaşı Ali Paşa camiine defnedilmiş, mezarlıklar kaldırılınca naaşı Şatır Rıza Bey tarafından, kendi aile mezarlığına nakledilmiştir.
Kolağası Ali Rıza Efendi, Şettari-Melami şeyhlerindendir ve büyük şairlerimiz arasında sayılmıştır. Yayınlanmamış Büyük bir divanı vardır. Şiirlerinde tasavvufi temalar ağırlıklıdır. (*) Ek Kaynak : H.Ali Kasır- Erzurum Şairleri

Maksut Efendi;
Erzurum’un manevi kahramanlarından Maksut Efendi, 1866 Tarihinde Erzurum´un Veyis Efendi mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası Kurban Çavuştur. Medrese eğitimini Müderris Mustafa Zihni Efendi (Yetim Hoca) ve Şeyh Ahmet Hoca’dan almıştır. Eğitim hayatına Yetim Hocanın açmış olduğu medresede Baş Müderris olarak devam etmiştir. 3 Ocak 1943 tarihinde Rahmeti Rahmana kavuşmuştur.

Meddah Behçet Mahir (Hekâtçı);
Behçet Mahir, 1919′da Erzurum’da doğmuştur. Hamdi Efendi ve Güneş Hanımın oğludur. Okuryazarlığı yoktur. Asıl işi meddahlıktır. Behçet Mahir, Ustası Gez Mahalleli Hafız Mikdat’ın yanında yedi yıl çıraklık etmiştir ve halk hikâyeleri ve hikâyeciliğini öğrenmiştir. Kahvehanelerde halk hikâyeleri anlatarak ve çorap satarak geçimini sağlayan Mahir, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde yardımcı hizmetler sınıfında çalışmış ve 1980′de emekli olmuştur. Behçet Mahir 26 Temmuz 1988′de Erzurum’da vefat etmiştir. Anlattığı halk hikâyeleri birçok akademisyenin doktora ve doçentlik tezlerinde yer almıştır. Behçet Mahir’in anlattığı hikayeler Prof. Dr. Warren S. Walker’in hazırladığı, “A Turkish Folktale / fte Art of Behçet Mahir” adıyla 1996′da Amerika’da yayımlanmıştır.

Mehmet Emin Alper;
1950 yılında Erzurum’da doğmuştur. Çocukluğu Alipaşa Mahallesi’nde geçmiştir. Eğitim hayatını Erzurum’da tamamlamış, Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olarak uzun yıllar öğretmenlik yapmıştır.
Şiirleri Yağmur, Karçiçeği, Mina, Çakıl ve Mavera dergilerinde ve bazı gazetelerde yayımlanmıştır. Şiirlerini “Ölmek İçin Yürüyüş” adlı kitabında toplamıştır.
Ötüken Yayınları’ndan 1997 yılında çıkan bu kitaptaki şiirler birbirini tamamlayan niteliktedir. Her şiirinde ölüm, zaman kaygısı ve Erzurum’u bulmak mümkündür.
‘Ölmek İçin Yürüyüş’ yapmadıkları şeyleri söyleyen şairler hakkındaki ayetlerle başlar. Bu ayetler M. Emin Alper’in şiir ile alakalı kaygılarını da ele vermektedir. Filistin’den, Ortadoğu’dan, anneden, sırlardan, çocukluktan, ama dediğimiz gibi en çok da çocukluğu anımsatan bir şehirden bahsetmiştir bu şiirlerinde.
Uzun yıllar Erzurum’da kalan şair, bir zaman sonra Ankara’ya taşınmıştır. Sadece öğrencilerine değil, hayatına girdiği her insanda güçlü izler bırakmıştır. Bir eğitimci olan M. Emin Alper’i tanıyan herkesten güzel hatıralar dinlemek mümkündür. Şiir yazmaya, sohbete ve öğrenci yetiştirmeye Ankara’da devam etmektedir.

Mehmet Şükrü Paşa;
1857 yılında Erzurum’da doğmuştur. “Balkan Müdafii” diye ’de bilinir. Balkan Savaşları sırasında Bulgarlara karşı Edirne’yi yaklaşık 6 ay boyunca savunması dillere destan olmuştur. Edirne düştüğünde el konulan kılıcını şehre gelen Bulgar kralı bizzat iade etmiştir. Mehmet Şükrü Paşa 1916 yılında vefat etmiştir.

Melike Mama Hatun;
Merkezi Erzurum olan Saltuklu Beyliği’nin başına, kardeşi Nasrettin Muhammed Bey’in 1190 yılında ölümüyle Melike Mama Hatun geçmiştir. Saltuklu devletini 1191-1200 yılları arasında doğrudan yönetmiştir. Cesur ve usta bir savaşçı olan Melike Mama Hatun ordusunun önünde, atının üstünde birçok savaşa katılarak başarılar kazanmıştır. 1201 yılında tahtından indirilen Melike Mama Hatun’un yerine ağabeyinin oğlu Alaeddin Melikşah Bey geçmiştir.
Yakın geçmişe kadar kendi adıyla anılan Tercan’da büyük bir kervansaray ve hamam ile kendi türbesinden oluşan Mama Hatun Külliyesi’ni inşa ettirmiştir.

Milis Komutanı Mehmet Efendi – Mehmet Kılıç;
1916 yılında yaşanan Rus işgali Erzurum tarihi açısından oldukça önem arz etmektedir. İşgal, iki yıl sürmüş, Ruslar 18 Aralık 1917 ‘de imzalanan Erzincan Antlaşması ile geri çekilmeye başlamışlardır, lakin bu geri çekilme sırasında bir kısım Ermeni gurupların elinde kalan silahlar Ermeni çetelerini cesaretlendirerek kurulan çetelerle Müslüman Türk halkına karşı çeşitli zulüm ve işkencelere başlamışlardır. Gerek Rus işgali sırasında ve gerekse işgalden sonra Çat ilçesi ve Yavi Beldesi’ de tüm köyleriyle birlikte türlü sıkıntılara, yokluklara ve Ermeni zulmüne uğramıştır.
Bu durum Bağlıca köyü eşrafından Mehmet Efendi (Mehmet Kılıç) ve akrabalarını harekete geçirerek Mehmet Efendi’nin komutasında Kâringiz - Karinkes, Polikan, Yeni Köy, Bağlıca ve civarındaki diğer bir kısım köy ve komlardan katılanlarla birlikte 70 kişilik bir milis birliği kurulmuştur. Yöredeki milli direnişin en büyük örneklerinden olan bu milis güç özellikle Gökçeşeyh, Bahçe köyleri sınırlarında ve Sal Mezrası mevkilerinde Ermenilere karşı 39 gün yiğitçe çarpışarak Ermeni çetelerine büyük kayıplar yaşatmış ve geri çekilmelerine yol açmıştır.
Daha sonra Yavi beldesinde görev yapan Alvarlı Muhammet Lütfi Efe’nin de topladığı milislerle birlikte daha da genişleyen bu milis kuvvetler yol boyunca birçok Ermeni çetesiyle çarpışarak, Haydari Boğazı’ndaki Zerdige Köyü’ne kadar gelmiş bulunan Türk Ordusu’na iltihak etmişler ve özellikle Muhammet Lütfi Efe ve Mehmet Kılıç’ın katılması ordu içinde bir heyecan ve moral oluşturmuş, bu yiğitçe toparlanış Garbi Dersim Komutanı Deli Halit Paşa komutasındaki büyük ordu ile birleşerek Erzurum’un kurtuluşuna vesile olmuştur..

Molla Dâvûd-zâde Mustafa Nâzım Erzurumî;
Molla Dâvûd-zâde Mustafa Nâzım Erzurumî hakkında bilinen çok az bilginin ışığında Erzurum’lu, köklü bir ailenin çocuğu olup; hayatının tümünü İstanbul’da geçirmiş, edebi birikiminden ve usta biçimde işlenmiş yazısından anlaşılacağı üzere, devrinde çok iyi eğitim görmüş, Türk ülkesini ve özellikle İstanbul’u çok iyi tanıyan, Osmanlı – Türkiye tarihi, hukuku, medeniyeti, sanat ve edebiyatı hakkında kapsamlı bilgi, sahibi, oldukça yetenekli ve zamanının edebi , sanatsal , estetik gidişatının farkında olan bir yazardı. 19.yy sonu ile 20.yy başlarında yaşadığı bilinmektedir. Eserlerinde Erzurumi mahlasını kullanmaktadır.
En bilinen eseri ise; değerli araştırmacı M.Kayahan Özgül tarafından 2004 yılında değinilen Ru’yâda Terakki ve Medeniyet-i İslamiyeyi Rü’yet başlıklı eseridir. Molla Davudzade Mustafa Nazım Erzurumi’nin bu eseri ilk defa 1913 yılında İstanbul / Kader Matbaasınca yayınlanmıştır. Yazarın bu eseri bu gün için bile Türk Ütopik /Ütopya bir yönüyle de fantastik edebiyatının ilk örneklerinden hatta ilk örnek olarak sayılmaktadır.
Türk edebiyat çevreleri ve akademi tarafından oldukça ciddi çalışmalar konu olan eseri konu edinen başlıca çalışmalar arasında; Dr. Fevzi Demir, “XX. Yüzyıla Girerken Türk Düşününde ‘Yarın’ın ‘Rüya’ Olarak Sunuluşuna İlişkin Gözlemler ve Sonuçları” başlıklı çalışması; Firdevs Canbaz Yumuşak’ın “Ütopya, Karşı-Ütopya ve Türk Edebiyatında Ütopya Geleneği” başlıklı yazısı ve Seda Uyanık’ ın “Osmanlı Bilim Kurgusu: Fennî Edebiyat: Osmanlı-Türk Anlatılarında Bilime Yönelişin Mantığı ve Gelecek Tasarıları (19. Yüzyıl Sonu ve Erken 20. Yüzyıl) başlıklı çalışmaları ile Sevgül Türkmenoğlu’ nun “Bir Ütopya Romanı: Rüyada Terakki ve Medeniyet-i İslâmiyeyi Rüyet” başlıklı yazılarını sayabiliriz.

Müderris Ahmet Feyzi Efendi; 
Müderris Ahmet Feyzi Efendi, 19. Yüzyıl Erzurum / Tortum nüfus kayıtlarına göre 1843 yılında Pehlivanlı – Vıhik beldesinde dünyaya gelmiştir. Babası Abdullah Efendi, annesi Fatma – Tufane Hanımdır. Son talebelerinden Hacı Tayyar Efendi’deki icazetnamesinde künyesi; ‘…el- hac es- Seyyid Ahmet Feyzi Efendi bin Şerif el Vıhıki…’ dir. İlk eğitimini köy imamlarından alan Ahmet Feyzullah Efendi 7, 8 yaşlarında hafızlığını tamamlamış ve daha sonra Kishali Şeyh Hacı Feyzullah Efendi’den ders almıştır. Daha sonra Erzurum’a gelen Ahmet Feyzullah Efendi Kurşunlu Medresesi hocalarından ‘Fetvacı Hoca’ olarakta bilinen Hacı Mehmet Efendi vasıtasıyla zamanın önemli medreselerinden Pervizoğlu Medresesinde ‘Karslı Büyük Hoca’ namıyla bilinen Muhammed Abdülhamid Efendi’ye teslim edilir.

Medresede oldukça başarılı bir dönem geçiren Ahmet Feyzi Efendi kısa sürede Farsça dersler de alıp kalfalığa yükselerek ‘Kara Hafız Ahmet Efendi- Kara Molla’ olarak anılmaya başlar. Bu dönemde rahle-i tedrisinden geçtiği en önemli hocaları ise, Abdülhamit Efendi ile Dağıstan’lı Mehmet Hoca’dır.

Bir süre sonra Kisha’ya geri dönen Ahmet Feyzullah Efendi, ilk hocası Şeyh Hacı Feyzullah Efendi’den Bağdat’a gitmek için izin istese de, onun tavsiyesi üzerine Vıhik imamından ve Pervizoğlu Medresesinden aldığı iki icazetle birlikte 17 yaşında iken Konya’ya gider ve orada Ali Gav Medresesinde ders veren Çolak Mehmet Efendi’ ile tanışır. Konya’da ilmini oldukça arttıran Ahmet Feyzullah Efendi daha genç yaşında iken Konya civarında tanınır ve orada da ‘Çolak’ın Ahmet Hoca’ olarak anılmaya başlar. Nihayet 17 yıl kaldığı Konya’dan aldığı Müderrislik icazetiyle İstanbul’a giden Ahmet Feyzi Efendi Konya’dan bilinen ilmiyle İstanbul’da büyük ilgi görür ve Dârü’l – Muallimin-i Âliye, Fatih ve Süleymaniye medreselerinde başta tefsir ve hadis olmak üzere 10 yıldan fazla bir süre boyunca dersler vererek birçok alimle tanışır. Bunlardan biri de Addülhamit Han’ a hukuk ve ticaret konularında tercümeler hazırlayan İbrahim Hakkı Bey’dir. Yine bu dönemde Balıkesir’den İstanbul’a gelerek eğitim gören teyzesinin oğlu, Sultan Mehmet Reşat döneminin Şeyhülislâmlarından olacak Mûsa Kâzım Efendi’de Ahmet Feyzullah Efendi’den zaman zaman ders almıştır.

Nitekim tam da bu dönemde İstanbul'da başlayan medrese ve dergâhlar arasındaki çekişmeden huzuru kaçan Ahmet Feyzi Efendi kendisine yapılan bütün ısrarlı teklifleri hatta Fatih Medresesinde Baş Müderrislik görevini kabul etmeyerek Erzurum’a ve köyü ‘Vıhik’e geri dönmek üzere yola çıkar ve tekrar Konya’ya, hiç unutmadığı hocası ‘Çolak Mehmet Efendi’nin yanına döner. Bu dönüş sırasında Konya’da bir kenar mahalle camiinde tanıdığı İsmail Ağa’nın evinde Kur’an okurken İsmail Ağa’nın annesi ‘Fatma Ana ’ile tanışması ve bu tanışma ile ihlas ve sadakat hususundaki sarsılışı Ahmet Feyzullah Efendi’nin hayatındaki dönüm noktalarından biridir. Bu vesile tekrar yanına vardığı Çolak Mehmet Efendi’nin nasihati ise ilim ehlinin onca çaba içindeyken teslimiyeti kaybetmemesi anlamında hayli önem taşımaktadır; ‘…İstanbul gibi bir yerde örtüsüz maneviyat, ağzı açık kaptaki süte benzer. Kedi de batar, sinek de konar…’
Hakeza aynı şekilde dua istediği Fatma Ana’nın ona duasını da zikretmek gerekmektedir; ‘…İhlasını bozma, doğru ol, cömert ol. Sözün hülasası ise emrolunduğun gibi istikamet üzere ol…Gideceğin yere gazap yüklenerek değil de, rahmet yüklü bulutlar gibi gidersin ,inşallah…’
Bu şekilde kısa bir süre daha Konya’da kalan Ahmet Feyzi Efendi nihayet yıllar sonra aldığı dualar ve tembihlerle ‘Müderris Ahmet Efendi’ olarak Erzurum’a ve köyü Vıhik’ e geri dönerek Engüzekli Tabur İmamı Hacı Yusuf Efendi ve Şeyh Mehmet Necati Efendi ile birlikte Vıhik’te yörenin en büyük ve kapsamlı medresesini kurar.

Nitekim Ahmet Feyzullah Efendi’nin önderliğinde Vıhik’teki medrese de verilen eğitim zamanla ülke çapında takdir görmüş, daha sonra hem talebesi hem devrin Şehülislamı Mûsa Kâzım Efendi’den çokça yardım görmüş, devrin İstanbul'unda yaşanan medrese ve dergâh arasındaki çatışmayı ortadan kaldıracak dayanışma örneği olarak Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın da dikkatini çekerek Sultan Mehmet Reşat Efendi’ ile tanışmasına ve onun ‘Umumi Dersiam’ olmasını istemesine vesile olmuş ancak; Ahmet Feyzi Efendi ısrarla köyünde kalmayı dilemiştir.
Yıllar boyu bütün ilkeye örnek olacak bir tedrisat başarısı göstererek sayısız talebe yetiştiren, bu gayretiyle devrinin bütün alim ve uleması tarafından büyük takdir gören Ahmet Feyzi Efendi 1901 yılında deve sırtında Hac farizasını yerine getirmiş ayrıca Tortum ve civarına çokça hizmetlerde bulunmuş ve nihayet Şeyhülislâm Musâ Kâzım Efendinin ricası üzerine 1910 ve 1911 yıllarında Tortum Müftülüğü görevini de yerine getirerek 10.06.1930 tarihinde 87 yaşında vefat etmiş, kendi köyünde Merkez Camii haziresine defnedilmiştir.

Müezzin Abdullah Efendi;
Erzurum’da yetişmiş, kahramanlığıyla ve zekasıyla destanlaşmış bir şahsiyettir. Hacı Abdullah Efendi, Osmanlı’nın Erzurum’daki en eski eserlerinden biri olan Ayaz Paşa Camisi’nin müezzinliğini yapmıştır.1877 yılında Osmanlı Rus Harbi’nin başladığı günün sabahı ezan okumak için caminin minaresine çıktığında, şehrin doğusunda savunma amaçlı yapılan tabyalarda savaşın başladığını ve sayıca az olan Türk ordusunun Rus Ordusu karşısında zor durumda kaldığını görerek, ezanın akabinde “Haydi karındaşlarım... Gün bugündür... Vatanı savunma günüdür... Ya gazi olacağız, ya şehit. Bende geliyorum” sözleriyle halkı savaşmaya davet etmiştir.

Müftü Solakzade;
Solakzâde Sâdık Efendi, iki asra yakın köklü ve kültürlü bir mâziye sahip, kendi soyundan müderris, müftü, vaiz yetiştiren, yurdun fikir hayatına, İslâm fıkhına çok hayırlı hizmetlerde bulunan Solakoğullarının bir ferdi olarak 1302/1884 yılında Erzurum’da dünyaya gelmiştir.

Mükerrem Kemertaş;
1938 yılında Erzurum’da doğmuştur. 1961 yılında Erzurum Halk Oyunları ve Halk Türküleri Derneği bünyesinde oluşturulan Doğudan Sesler Topluluğu’na katılmış ve TRT Erzurum Radyosu için düzenli aralıklarla hazırladığı programlarda beş yıl boyunca çeşitli programlarda yer almıştır.
1966 yılında Erzurum Radyosu’nda kadrolu sanatçı olmuş, 1970 yılında TRT İstanbul Radyosuna tayin olarak çalışmalarını İstanbul’da sürdürmüştür. 2003 yılında TRT’den emekli olan Mükerrem Kemertaş, sanat hayatı boyunca sayısız türkü ve uzun havanın tanınıp sevilmesine emsalsiz bir katkı sağlamıştır. 2018 yılında vefat etmiştir.

Mümtaz Turhan;
Büyük bilim ve fikir adamı Mümtaz Turhan, 1908 yılında Erzurum’un Pasinler ilçesinde dünyaya gelmiştir.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden mezun olmuştur.
Maarif Vekâletinin (Millî Eğitim Bakanlığı) açtığı imtihanı kazanarak 1928’de psikoloji öğrenimi için Almanya’ya giden Turhan Berlin ve Frankfurt Üniversiteleri ni bitirmiştir.
Türk Psikoloji Cemiyeti, Pedagoji Cemiyeti, Sosyoloji Cemiyeti, Muallimler Birliği, Türk Ocağı gibi önemli cemiyetlerin ve akademi çevresinin etkin isimlerinden olan Mümtaz Turhan 1 Ocak 1969’da vefat ederek Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Ülkemizde Sosyal Psikolojinin kurucularından sayılan ve ‘Bizim milliyetçiliğimiz mensup olduğumuz millete bağlılığı, sevgiyi ifade eder...’ diyen Mümtaz Turhan, Tarık Buğra ile birlikte çıkardığı Yol dergisinde de yazılar yazmıştır.

Nafiz Kotan;
1887 yılında Erzurum‘da dünyaya gelen Nafiz Kotan 1913‘te İstanbul‘a yerleşmiş, Birinci Dünya Savaşı sonrasında düşman as- kerlerinin yurdun dört bir yanını işgal ettiği dönemde 1921 yılında Sakarya Meydan Muharebesi öncesi Türk ordusuna dört adet uçak ile iki uçak parası bağışında bulunarak tarihe geçmiştir. Osmanlı ordusunun çaresiz kaldığı bir dönemde orduya 6 adet uçak bağışlayan Erzurumlu işadamı Nafiz Bey Erzurum Ticaret Odası Başkanlığı’ da yapmış, 1946 yılında vefat etmiştir.

Naim Gölleroğlu;
Din adamı, Gazelhan, 1925’te doğmuştur. Naim Hoca adıyla bilinir. 10 yıl Erzurum’daki Zeynel Camisi’nde imamlık ve vaizlik yapmıştır. Sanatın her dalıyla olan ilgisi ve mizahi yaklaşımlarıyla Erzurum başta olmak üzere Türki- ye’nin her tarafında adını duyurmuştur. 1999 yılında vefat etmiştir.

Nef’î;
Erzurum’un Pasinler (Hasankale) ilçesinde dünyaya gelen şairin doğum tarihi 1572 olarak tahmin edilmektedir. Çocukluğunda çok sağlam bir medrese tahsili görerek Arapça ve Farsçayı çok iyi öğrenen Nef’î, şairliğe de oldukça erken yaşlarda başlamıştır. Asıl adı Ömer olan Nef’î mahlas olarak ilk önce, zararla ilgili anlamına gelen “Darrî”yi seçmiştir.
Ancak daha sonra tarihçi Gelibolulu Âlî tarafından kendisine, yararlı anlamına gelen “Nef’î” mahlası verilmiştir.
Kendine aşırı güven duyan, sık sık övünen ve öven bir şair olarak Nef’î, eski edebiyatımızın en büyük kaside ve fahriye şairi olarak kabul edilir. Şairin bir diğer önemli özelliği ise dilinin sivri olmasıdır, o kadar ki en önemli eserlerinden biri olan Sihâm-ı Kazâ’da babasını bile hicvetmiştir. Şairin bu eserinin dışında Türkçe ve Farsça Dîvân’ı da bulunmaktadır.
Ömrünün büyük bir bölümünü İstanbul’da geçiren şair, I. Ahmed, II. Mustafa, II. Osman ve IV. Murad gibi dört padişaha ve devletin diğer ileri gelenlerinden birçoğuna kasideler sunmuştur. Nef’î, çeşitli görevlerde bulunmuş olsa da bu görevlerinden azledilmiştir. Dilinin gazabına uğrayan şair, IV. Murad’ın emri veya izni ile idam edilmiştir. Şairin cesedinin denize atıldığı rivayet edilmektedir.

Nene Hatun;
Doğu Cephesi’nde Türk kadınının simgesi haline gelen Nene Hatun Erzurum’un Pasinler İlçesi’nin Çeperli Köy’ünde 1853-54 yılında doğmuştur. Asıl adı “Nene” soyadı “Kırkgöz” dür. Osmanlı-Rus Savaşı’nda köyü Ruslar tarafından işgal edilince kocası ve oğlu Nazım’la Erzurum’a gelmiştir. Müezzin Abdullah Efendi’nin Ayaz (Ayas) Paşa Camii minaresinden Aziziye Tabyası’nın düştüğünü ilanı üzerine eli silah tutan Erzurumlularla birlikte Aziziye Tabyası’na koşmuş, Rus askerleriyle kahramanca savaşmıştır. 1952 yılında 30 Ağustos Zaferi kutlamalarında kendisine “3. Ordunun Nenesi” unvanı verilmiştir.
Nene Hatun, zatürre teşhisiyle tedavi gördüğü Erzurum Numune Hastanesi’nde 22 Mayıs 1955 günü 98 yaşında vefat etmiş ve Aziziye Şehitliği’ne defnedilmiştir.

Nevzat Kösoğlu;
1940 yılında İspir’de doğmuştur. İlk ve ortaokul öğretimini İspir’de tamamladıktan sonra Erzurum Lisesine kaydolan Kösoğlu, 1959 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydolmuş, ayrıca İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü’nde okumuştur.
1967 yılı sonlarına kadar Babıâli’de Sabah gazetesinin Ankara bürosunda çalışan ve 1967’de Söğüt dergisini çıkaran Kösoğlu 1970 yılında Ankara’da serbest avukatlık yapmıştır. 1974 yılında fiilen siyasete girerek MHP Genel Sekreter Yardımcısı olmuş, 1977’de Erzurum milletvekili olarak Meclise girmiştir.
12 Eylül darbesi ile tutuklanan Kösoğlu bir buçuk yıl hapis yattık- tan sonra aktif siyasetten uzaklaşmış ve tüm mesaisini Türk kültürünü ve Türk milliyetçiliğini besleyen fikir ve düşünce dünyasını anlatmaya ayırmıştır.
Söğüt Yayıncılığı kurarak yayıncılık işleriyle uğraşmaya başlamış ve bu alanda Büyük Türk Klasikleri gibi önemli işlere imza atmıştır.
Nevzat Kösoğlu, Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfının başkanlığını da uzun yıllar yürütmüş olup, bu vakfa ait Türk Yurdu Okullarının da kurucusudur.
Kösoğlu’na 2009 yılında ilmî ve edebî çalışmalarıyla Türkçeye ve Türk kültürüne yaptığı önemli katkılardan dolayı TBMM tarafından “Türk Kültürüne Hizmet Ödülü” verilmiştir.
10 Ekim 2013 tarihinde vefat etmiştir.
Eserlerinden bazıları; Kitap Şuuru, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Konuşmalar, Millî Kültür ve Kimlik.

Nurettin Topçu;
Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük felsefecilerinden olan Nurettin Topçu, 1909 yılında dünyaya gelmiştir. Dedesi tarafından Erzurumludur. Dedesi Osman Efendi, Erzurum’un Rus işgali sırasında orduda topçu olarak vazife yapmıştır. Bu sebeple ailesi Topcuzâdeler olarak tanınmıştır.
Babası Ahmet Efendi sonradan İstanbul’a yerleşmiştir. Nurettin Topçu orta mektebi İstanbul Vefa İdadisinde okurken babasını kaybetmiş ve liseyi, daha sonra öğretmen olarak vazife yapacağı İstanbul Erkek Lisesinde okumaya başlamış, felsefeye olan ilgisi de bu sıralarda başlamıştır.
Avrupa’da eğitim almak için girdiği imtihanı kazanarak Fransa’ya giden Topçu burada hareket felsefesinin kurucusu ve daha sonra hocası olacak Maurice Blondel’i tanımış, daha sonra Strasburg Üniversitesine geçerek burada felsefe okumuştur.
Sorbonne Üniversitesine, felsefeyle ilgili hazırladığı ‘Conformisme et revolte - İsyan Ahlakı’ adlı tezini savunarak üstün başarı kazanan Topçu Sorbonne Üniversitesinde felsefe doktorası yapan ilk Türk olmuştur.
Topçu’nun, felsefe ve fikir dünyamıza kazandırdığı iki ana kavram hareket ve ahlaktır.
1975 yılında yaş haddinden emekli olmuş, kısa bir hastalık sürecinin akabinde 1975 yılında vefat etmiştir.
Eserleri: İsyan Ahlakı, Yarınki Türkiye, İslam ve İnsan, Ahlak Nizamı, İradenin Davası, Mehmed Akif, Felsefe, Büyük Fetih, Kültür ve Medeniyet, Taşralı, Türkiye’nin Maarif Davası.

Nurullah Genç;
Nurullah Genç, Erzurum İmam Hatip Lisesi’nden birincilikle mezun olmuş ve Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde iktisat ve işletme eğitimi görmüştür. Üniversite yıllarında şiirleri edebiyat dergilerinde yayınlanmaya başlayan Genç bir grup arkadaşıyla birlikte Genç Kuşak dergisini çıkarmış ve şiirlerini bu dergide yayınlamıştır.
2001 yılında Profesör olan ve akademik görevlerinin yanı sıra şiirleriyle de büyük ilgi gören Genç özellikle Yağmur ve Aşkım İsyandır Benim adlı şiirleriyle 80 sonrası Türk Şiiri içinde yer almıştır.
Eserlerinden bazıları
Çiçekler Üşümesin, Nuyageva, Yankı ve Hüzün, Aşkım, İsyandır Benim, Siyah Gözlerine Beni de Götür.

Osman Bektaş Hoca;
Merhum Solakzade Sadık Efendi'nin en yetkin talebelerinden biri olarak bilinen Merhum Osman Bektaş Hoca, 1914 yılında Tortum'un Ödük köyünde dünyaya gelmiştir.
Hacı Süleyman Efendi ve Habibe Hanım'ın evladıdır. Babası da devrin alimlerinden olup; Şeyhler Medresesinde tahsil görmüştür. Osman Bektaş Hoca çok küçük yaşlarda medrese tahsili görmüş ve ilk hocası Katip Hoca'dan Kur'an talim ve tecvid öğrendikten sonra Serdarlı köyü müderrislerinden Hacı Yunus Efendi'den de ciddi bir disiplin dahilinde Arapça, Sarf ve Nahiv, Akaid ve Fıkıh dersleri almıştır. Aldığı bu eğitim neticesinde erken yaşlarda Tortum Dikmen Köyünde imamlık yapmaya başlamıştır.
1937 yılında askerlik görevini de Erzurum'da yapan Osman Bektaş Hoca bu dönemde Erzurum Müftülüğü ile ilişki kurarak dönemin Erzurum Müftüsü Solakzade Sadık Efendi ile tanışmış ve genç yaşına rağmen göstermiş olduğu ilmi derinlikle Sadık Efendi'nin dikkatini çekmiştir. 4 yıl süren askerlik vazifesinden sonra tekrar görev yaptığı Dikmen Köyüne dönen Osman Bektaş Hoca bir müddet sonra ise Erzurum Müftülüğünden Caferiye Camii İmamlığı teklifi almış ve bu görev dolayısıyla Erzurum'a gelerek kısa bir süre de Kurşunlu Medresesi'nde konaklayarak burada da pek çok talebe okutmuştur.
Bu başarılı görevi süresince hem halk tarafından çokça sevilen hem de müftülüğün nazarı dikkatini bir kez daha celbeden Osman Bektaş Hoca, Müftü Sadık Efendi tarafından Müftü Naipliği imtihanına girmek için teşvik edilmiş, katıldığı bu sınav sonucunda 1949 tarihinde Müftü Naibi - Müftü Yardımcısı- olarak atanmış ve uzun yıllar bu görevi sürdürmüştür. Osman Bektaş Hoca'nın bu dönemde adeta bir ilim aşığı gibi hem görevini sürdürüp hem de çok değer verdiği hocası Sadık Efendi'den Arapça, Fıkıh, Tefsir, Kelam, Mantık, Hadis ve Tasavvuf dersleri almaya devam etmesi ise hayli düşündürücü ve takdire şayan bir davranış olarak dikkat çekicidir.
Aldığı bu dersler dolayısıyla da ilmi bakımdan hayli kuvvet kazanan Osman Bektaş Hoca bu dönemde başta miras meseleleri olmak üzere arazi taksimi ve aile hukuku gibi konularda verdiği isabetli kararlarla Erzurum bir yana ülke çapında dikkat çekerek adeta bir bilirkişi olarak kabul edilmiş ve hürmet görmüştür.
Hocası Solakzade Sadık Efendi'nin vefatından sonra kısa bir süre daha Erzurum Müftü Naibi olarak görev yapan Osman Bektaş Hoca 1960 askeri darbesi sırasında Başbakanlık emrine tayin edilmiş ve burada 6 yıl görev yaptıktan sonra 1966 tarihinde o devirde Erzurum Müftüsü olarak görev yapan Sakıp Danışman Hoca'nın vefatı dolayısıyla 1966 yılında Erzurum Müftüsü olarak tayin edilmiştir.
1971 yılına kadar Erzurum Müftüsü olarak görev yapan Osman Bektaş Hoca bu görevi sırasında da gerek vermiş olduğu isabetli kararlar ve gerekse yine aynı isabetle sürdürmüş olduğu adil ve isabetli fetvalarla ülke çapında bilinen alimler arasına katılmış ve Merkez Diyanet teşkilatına ulaşan tek bir fetvası bile geri döndürülmemiş, memleket çapında fıkıh ilminde en çok hürmet ve kabul gören alimlerden sayılmıştır.
Osman Bektaş hoca, akademide, alayda ve diyanet camiasında önemli görevler yapan pek çok talebelerinin yetişmesine de katkıda bulunmuştur...
Gerek ilim hayatı ve gerekse kamu görevi sırasında başta her daim bilgisini artırmak üzere sürekli okuması, talebe yetiştirmeye uğraşması ve dikkati ve titizliğiyle bilinen Osman Bektaş Hoca'nın onca bilgisine onca münderecatına rağmen sürekli olarak yazılı eser bırakmaktan uzak durması ise onun nasıl bir tevazu sahibi olduğunun ispatı gibidir.
Her zaman yazmaktan ziyade okumayı öğütleyen Osman Bektaş Hoca'nın bütün talebelerine vermiş olduğu ''...öncelikle okumaya ve kitaba değer vermeyen âlim olamaz...''şeklinde nasihati ise onun kitaba, okumaya ve ilme verdiği değerin ölçüsünü ortaya koyacak niteliktedir. o kadar ki; bu tevazu, dikkat ve rikkat sahibi oluşu dolayısıyla da Osman Bektaş Hoca’nın geride bıraktığı tek eser ise arapça olarak kaleme aldığı 'Risaletü’s-Sefer' adlı kitabıdır.
Talebelerinin verdiği bilgiye göre; Osman Bektaş Hoca’nın biri Müftü Solakzade Sadık Efendi'den olmak üzere iki icazeti olup; diğer icazetini ise Tortum - Serdarlı Beldesi Merkez Camii haziresinde medfun Tortum eski Müftüsü Hacı Ali Efendi’den almıştır.
1971 yılında Erzurum Merkez Vaizliğine atanan ve 1976’da vaiz olarak emekli olan Osman Bektaş Hoca 1986 yılında 72 yaşında vefat etmiştir. Kabri, Tortum - Serdarlı beldesinde bulunmaktadır.

Osman Kemali Efendi – Amalar Şeyhi;
Hem Türk şiir tarihinde ve hem de Türk - Anadolu Tasavvuf geleneği içerisinde önemli bir yere sahip olan Ve Âmalar Şeyhi olarak bilinen Osman Kemali Efendi Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Güllüköy’de dünyaya gelmiştir. Asıl adı Osman’dır. Doğum tarihi nüfus tezkeresinde 1881 olarak kaydedilmekteyse de bizzat kendisinin kaleme aldığı hal tercümesinden bu tarihin 1862 olması gerektiği anlaşılmaktadır.
Bir buçuk yaşında iken geçirdiği çiçek hastalığı nedeniyle gözlerini kaybeden Osman Kemali Efendi, altı yaşına geldiğinde bir süre köyün hocasından hafızlık dersi aldıysa da bir ilerleme sağlayamamış ve bunun üzerine Erzurum’a götürülmüştür. Bilahare Erzurum ulemasından Yeşil imam diye anılan Cafer Ağa Camii imam ve hatibi Seyyid Mustafa Efendi’ye teslim edilmiş ve bir yıl içinde Kur’an-ı Kerim’i ezberlediği gibi kıraat ilminde de icazet almıştır.
Bu sırada on sekiz yaşında olan Kemal Efendi Taşkesenli Şeyh Ahmed Efendi’den dini ilimleri tahsile başlamış, bir yandan da Hafız-ı Şirazi ve Fuzuli’nin divanları ile Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevi’sini ezberlemiş, ayrıca medrese derslerine devam ederek icazet almaya hak kazanmıştır.
Kemali Efendi yüzünü göremediği bir sevgiliye aşık olduğu bu dönemde derdine derman ararken Kolağası Ali Rıza Efendi ile tanışarak sohbetlerine devam etmeye başlamış ve bu sohbetler sıra¬sında mecazi aşkı ilahi aşka dönüşmüştür.
Erzurum’dan ayrılarak on bir yıl süren seyahate çıkan Osman Kemali Efendi önce yaya olarak Diyarbakır’a oradan Musul ve Bağdat’a geçmiş, Necef ve Kerbela’yı ziyaret etmiş, mersiye ve kasideler okuyarak Hz. Peygamber’in soyuna ve onları sevenlere reva görülen zulüm ve haksızlıkları dile getirmiştir.
1901’de İstanbul’a giden Kemali Efendi, bir süre Rami’de bostan bekçiliği ve Beyazıt Camii avlusunda arzuhalcilik yaptıktan sonra kendisini Erzurum’dan tanı¬yan Fatih müderrislerinden Hacı Nazmi Efendi’nin ısrarı üzerine Fatih Camii’nde Mesnevi okutmaya başlamıştır. 
1903 yılında üç aylarda dini hizmetlerde bulunmak üzere Selanik’e gönderilen Osman Kemali Efendi İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelenlerinden doktor Şükrü Kamil , Mehmed Sadık, Talat ve Manyasizade Refik beylerle tanışarak İstanbul’a döndüğünde Şehzadebaşında Kanuni Sultan Süleyman’ın amaların barın¬ması için vakfettiği imarete yerleşmiştir. İma¬rette yaşayan amaların durumlarının çok kötü olduğunu fark ederek vakfiye şartlarına uyulmasını sağlamak amacıyla bir selamlık resminde Sultan Abdülhamid’e dilekçe vermiş ve ertesi hafta saraya davet edilen Kemali Efendi, padişahın huzuruna çıktığında ona amaların içinde bulunduğu zor şartları ve vakfiyede kendilerine tanınan imkanları anlatmıştır. Görüşme¬den memnun kalan padişah vakfın ihyasını ve Kemali Efendi’nin imaretin yöneticiliğine tayinini istemiştir. Kemali Efendi imaretteki görevini sürdürürken 1904 yılından itibaren Üsküdar’da bir oda kiralayarak Mecelle okutmaya baş¬lamıştır. (*) Ek Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 25. cilt , sayfa 234-236)
Mürşidi Seyyid Abdülkadir Belhi’nin ölümünden sonra hayatını Şeyh Murad Dergahı civarında¬ ki evinde geçiren Kemali Efendi 8 Ocak 1954’te vefat etmiş ve 10 Ocak günü Eyüp Camii’nde kılınan cenaze namazının ardın¬dan Edirnekapı Mısır Tarlası kabristanına defnedilmiştir.

Ömer Lütfi Ortakale;
Ömer Lütfi Ortakale 1941 Yılında Erzurum’da doğdu. İlköğretimini Erzurum’da tamamlayan Ortakale, maddi imkânsızlıklar nedeniyle eğitim hayatına devam edememiştir. Müziğe olan merakı çeşitli musiki derneklerine yönelmesine neden olmuştur. Derneklerin de yardımıyla müzik konusunda kendisini geliştirerek, mahalli sanatçı olarak, TRT Erzurum Radyosunda programlara katılmaya başlamıştır. Askerlik hizmetinden sonra, TRT Erzurum Radyosunda açılan "Yetişmiş Sanatçı" sınavını kazanarak, 1972 yılında TRT sanatçısı olmuştur. 1997'de İstanbul Radyosu'na atanan Ortakale, halen bu radyoda saz sanatçısı olarak çalışmaktadır. Çok sayıda halk türküsü derleyerek unutulmasının önüne geçmeye çalışan sanatçı Birinci Dünya Savaşı sırasında Alvarlı Efe Hazretleri tarafından yazılan ‘’Erzurum Destanı’’ adlı şiiri derlemiştir.

Ömer Nasuhi Bilmen;
1883’te (Hicrî Rebîülevvel 1300, Rûmî 1299) Erzurum’un Salasar köyünde doğmuştur. Erzurum Ahmediyye Medresesi müderrisi ve nakîbüleşraf kaymakamı olan amcası Abdürrezzak İlmî Efendi’nin himayesinde yetişmiş ve amcası ile Erzurum müftüsü Narmanlı Hüseyin Efendi’den dersler almıştır.
1908’de İstanbul’a giden Bilmen 1912’de Ders Vekâletince açılan imtihanı kazanarak dersiâmlık şahadetnamesi (ders verebilirlik diploması) almış, 1913’te Medresetü’l Kudat’ı da bitirerek Arapça ve Farsça öğrenmiş Türkçe ile birlikte üç dilde şiir yazabilecek kadar bir dil bilgisine sahip olmuş, hatta bir ara Fransızcaya da merak sarmış ve bu dili de tercüme yapacak kadar öğrenmiştir.
1912’de Beyazıt dersiamı olarak göreve başlayan Bilmen 49 yıl süren öğretmenlik ve din adamlığından sonra Haziran 1960 tarihinde Diyanet İşleri başkanlığına tayin edilmiştir.
Uzun yıllar boyunca öğretmenlik vazifesinde bulunan Ömer Nasuhi Bilmen’in Türkiye çapında tanınmasını sağlayan en önemli eseri Büyük İslâm İlmihalidir.
Beyânülhak, Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşâd mecmualarında çeşitli makaleleri yayımlanan Ömer Nasuhi Bilmen’in ayrıca gençlik yıllarında Farsça olarak yazıp Türkçeye çevirdiği Nüzhetü’l-ervâh adlı bir divançesiyle 1904’te yazdığı İki Şükûfe-i Taaşşuk adlı bir romanı da vardır.

Pabuçlu Kadı - Pabuçlu Baba;
Eldeki bilgilere göre gerek kadı oluşu ve gerek diğer rivayetler bir söylenceden ibaret olup; Osmanlı döneminin ikinci yarısında yaşadığı kaydedilmiştir. Erzurum'da sevilen hal ehli bir şahsiyettir. Mezarına Erzurum tıbbi - mistik folklörü içinde bir takım hastalıklar için şifa vesilesi sayılan yatırlar arasında yer verilmiştir. Erzurum’da vefat eden ve Pabuçlu Baba olarak ta anılan bu güzel insan Ulu Cami batı cephesindeki bu dar bahçeye defnedilmiştir. Mezarının başındaki iki gül ağacı ise Türk ağaç kültü bakımından ayrıca anlamlıdır.
 Kaynaklar; 1) Prof.Dr. Zeki Başar: Erzurum tıbbi mistik folkloru. 2) Dr.Yaşar Kalafat Erzurum halk sufizmi. Gazi.Üni. Hacı Bektaş Armağanı- 1997

Pir Ali Baba;
Pir Ali Baba 472 yıldır şehrimizde devam etmekte olan Binbir Hatim geleneğini başlatan büyük zattır. Pir Ali Baba, Dutçu Köyünde (Tuzcu Mahallesi) yaşamıştır. (1500-1600) Helveti, Rufai, Kadiri, ve Nakşibendi tarikatlarında şeyhlik makamına yükselmiş, dergahında yüzlerce müritler bulunmuş ve bu dergahtan nice alimler yetişmiştir. Bir rivayete göre; Pir Ali Baba’nın yaşadığı tarihlerde Erzurum’da büyük depremler ve afetler yaşanmaktaymış. Şehrin ileri gelenleri dergâha giderek, Pir Ali Baba’dan felaketlerin bitmesi için dua etmesini istemişler. O gece dergâhta sabahlara kadar felaketlerin dinmesi ve daha beterlerinden Erzurum’un korunması için gözyaşlarıyla topluca dualar edilmiş ve aynı gece, Pir Ali Baba rüyasında Peygamber Efendimiz (S.A.S.) görmüş. Rüyada Efendimiz bin bir hatimlerin okunmasını tavsiye ediyormuş. Pir Ali Baba rüyasını ve Peygamberimizin tavsiyesini müritlerine anlatmış ve o günden itibaren de dergâhta hafızlar tarafından hatimler okunmaya başlanmış.
O dönemin padişahları Dutçuyla ve Yarımca köyleri arasındaki ovayı Pir Ali Baba’nın dergâhına bağışlamışlar.
Pir Ali Baba tarafından başlatılan bin bir hatim geleneği 1920 yılına kadar kesintisiz devam etmiş ve ne yazık ki 1920 -1950 yıları arası kesintiye uğramıştır. 1950’den sonra Erzurum Müftülerinden Solakzâde Sâdık Efendi tarafından tekrar başlatılmış ve 1957 yılına kadar bin bir hatimleri okuyan hafızlara Erzurum tüccarlarından toplanan bir miktar para hediye olarak verilmiştir. Her yıl camilerimizde gönüllü imamlar ve vatandaşlar tarafından okunmakta ve duası büyük katılımlarla yapılmaktadır.

Prof Dr. Nusret Karasu;
Erzurum’un son dönem kıymetlerinden, değerli tıp doktoru, akademisyen, asker, devlet adamı, Prof. Dr. Nusret Karasu 10 Ekim 1902 tarihinde Erzurum'da doğmuştur.
Erzurum’da başladığı ilk ve Orta öğrenimini müteakip İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Askeri Bölümünden1926 yılında Askeriye doktoru- Askeri Doktor olarak mezun olmuştur.
Çok uzun, çeşitli ve türlü tecrübelerle dolu meslek hayatını 1951 yılına kadar sürdürerek 1951 yılında Tabip Albay rütbesi ile görevinden ayrılmıştır.
Türk tıp tarihinde Veremle savaş hususunda kurucu önder Türk tabiplerinden biri olan Nusret KARASU 1947-50 yılları arası Ankara Veremle Savaş Derneği 2. Başkanlığı, 1950-84 yılları arası Ankara Veremle Savaş Derneği Başkanlığı, 1948-70 yılları arası Ulusal Verem Savaş Dernekleri Federasyonu 2. Başkanlığı gibi görevlerde bulunduktan sonra neredeyse Veremle Savaş hususunu dünya ekseninde büyütmüş ve yorulmak bilmez bir çabayla çalışmalarını südürdürerek 1951-73 yılları arası Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fitizyoloji (Göğüs Hastalıkları) Kliniğini kurmuş ve 1952 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı yapmıştır. .(*) Ek Kaynak - Erdal Güzel – Erzurum Gazetesi- Karasu Hoca’ ya vefa – 9 Ocak 2013
1955 UNESCO Türkiye Halk Sağlığı Milli Komitesi’nin kuruluş çalışmalarına katılarak bu komitenin başkanlığını üstlenmiştir.
Türk tıp tarihinin hak edilmiş efsane isimlerinden olan Nusret Karasu 1961 yılında Sağlık Bakanlığı’na getirilmiş, iki dönem Türkiye Kızılay Derneği Genel Başkanlığı’nda bulunmuş, 1976 - 1984 yılları arasında ise kurucusu olduğu Ulusal Verem Savaş Dernek’leri genel başkanlığı görevini yürütmüştür. Nusret Karasu Hoca’nın Ankara ve Adana devlet hastanelerine ismi verilmiştir.
1939 yılında “Erzurum Kaplıca Şehri Olabilir mi?” “İstatistiklerle Erzurum’’ isimli makaleleri ile 1968 yılında yazdığı “Çeşitli Yönleriyle Erzurum” adlı kitabı, hocanın dadaşlık- Erzurumluluk hassasiyetini ve Erzurum’a olan bağlılığını ifade eden en güzel yansımalarıdır.
12 Ağustos 1987 tarihinde hayatını kaybeden Prof. Dr. Nusret KARASU’ya 1975 yılında Hacettepe Üniversitesi Şeref Doktorluğu ve 1984 yılında TÜBITAK Hizmet Ödülü verilmiştir (*) Ek Kaynak - Her Telden Erzurum- Naci Püskülcü

Raci Alkır;
Raci Alkır 1933 yılında Erzurum’da doğmuştur. Babası Şefik Bey İlkokulu bitirdikten sonra onu Erzurum’da bulunan Beyoğlu Terzihanesine çırak olarak vermiş ve Raci Alkır burada kalfalığa kadar yükselmiş ve zamanla Erzurum ve çevresinde tanınan bir terzi olmuştur.
Erzurum Halk Evi bünyesinde kurulan Erzurum Halk Oyunları ve Halk Türküleri Derneği’nde Hulusi Seven yönetiminde kurulan halk müziği topluluğuna katılmasıyla başlayan sanat hayatı ile terziliğini bir müddet daha devam ettirmiştir.
1961 yılında TRT Erzurum Radyosunun açılması ile dernek halk müziği korusunun ‘Doğudan Sesler Korusu’ ile yayına başlaması TRT kurumuyla tanışmasına vesile olmuş ve 1971 yılında TRT bünyesinde kadrolu ses sanatçısı olarak çalışmaya başlamıştır.
Türk Halk Müziği repertuarına 80’e yakın eser kazandıran Alkır Aspendos da dinleyicilerine mikrofonsuz konser vermiş ve ünü kısa sürede Türkiye’ye yayılmıştır.
2011 yılında vefat eden Alkır Erzurumlu Emrah, Sümmani ve Alvarlı Muhammed Lütfi ustaların eserlerini icra etmiş ve bu eserlerin günümüze ulaşmasında da önemli bir rol üstlenmiştir.

Refik Durbaş;

Pasinler ilçesinde doğdu. Liseyi İzmir’de bitirdi. Devinim, Gösteri, Sanat Olayı, Soyut, Papirüs gibi dergilerdeki şiirleriyle dikkat çekti. Arkadaşlarıyla birlikte 1962-1964 arasında Evrim dergisini, 1967’de de Alan 67 dergisini yayınladı. İkinci Yeni esintisi ile başladığı şiir yaşamı, zamanla toplumcu yönelim kazandı. Kendine özgü dili ve benzetmeleriyle, baştan beri tavrını ve varlığını keskinleştiren, anlam kadar biçime de önem veren şiirler yazdı.

Rıfkı Salim Burçak;
1913 tarihinde Erzurum’un Ali Paşa mahallesinde dünyaya gelmiştir. İlk, orta ve liseyi Erzurum’da okuduktan sonra 1937 yılında mülkiyeden mezun olmuştur.
Rıfkı Salim Bey, 1950 Genel seçimlerinde Demokrat Parti’den Erzurum milletvekili seçilmiş sırasıyla Menderes kabinesinde Gümrük Tekel ve Milli Eğitim bakanlığı yapmıştır. Gerek siyaset öncesi ve gerekse sonrasında Ankara ve Adana’daki yükseköğretim kurumlarında siyasi tarih ve devrim tarihi derslerini okutmuş ve YÖK üyeliği yapmıştır.
Atatürk Üniversitesi’nin kuruluşunda da büyük emeği geçen Prof. Dr. Rıfkı Salim Burçak; Türk-Rus-İngiliz Münasebetleri, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Türkiye’de Milli İradenin Zaferi gibi eserlerin sahibidir. 1998 yılında vefat etmiştir.

Akatay Kardeşler;
Sadettin / Sadi Akatay
Türkiye Cumhuriyetinin ilk öğretmenlerinden Sadettin Akatay, 1904 Erzurum - Aşkale doğumludur. İlkin Öğretmen Okulundan mezun olmuş ve genç yaşta başladığı öğretmenliğinden dolayı “Muallim Sadi bey” olarak tanınmıştır. Yöre halkının adını kısaca Sadi olarak ta söylediği Sadettin Akatay ayrıca dönemin Erzurum Halkevi’nde tiyatro ve musiki çalışmalarına katılmış, sanat ve edebiyat yatkınlığı dolayısıyla tiyatro ile de yakından ilgilenerek bazı kısa senaryolar yazmış, pek çok oyunda rol almış, bunların bir çoğunda da başrol oynamıştır. Öte yandan musiki çalışmaları da yapan Sadi bey özellikle Sanat Müziği korosunda solist olarak ta görev yapmış ve ayrıca Türk Müziği incelemelerinde bulunarak ‘İnce Ferikler ve Gine Bugün Yaralandım’ adlı unutulmaz iki türkümüzü de derleyerek THM repertuvarına kazandırmıştır.
Öğretmenlik mesleğini bihakkın elinden gelen en güzel biçimiyle yerine getiren Sadi Bey, öğrencileri tarafından da çok sevilmiş, pek çok gencin tahsil görerek yetişmesinde ve meslek sahibi olmasında önayak olduğu gibi, çok güzel bir örneklik ortaya koymuştur.
Özellikle şiirle olan ilgisi dolayısıyla da Türk ve dünya edebiyatının kıymetli ürünlerini takip ederek dönemi içerisinde hürmet gören şairler arsında sayılmıştır. Eski ve Yeni Türk Edebiyatına olan vukufiyetiyle birlikte yerli ve milli bir fikir çerçevesinde şiirler yazmıştır.
Duygusal yanının oldukça güçlü olduğunu bildiğimiz Sadi bey, girdiği bir ruhi bunalım sonucunda bir tiyatro oyunu sırasında fenalaşarak hastaneye kaldırılmış ve 26 Nisan 1944 günü vefat etmiş; Ankara Cebeci Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Erzurum halkı bir yana, bugün için bütün ülkede bilindiği üzere Sadettin Sadi Akatay; meşhur “Bar” şiirimizin de şairidir.
Sırrı Akatay
Merhum Sırrı AKATAY’ da tıpkı ağabeyi gibi Cumhuriyetimizin ilk öğretmenler ikinci kuşağından olup; Aşkale’de doğmuştur. Erzurum Muallim Mektebi’nden mezun olan Sırrı Akatay mezuniyetini takiben Van, Niğde, Bor, Elazığ, İstanbul Pertevniyal ve Atatürk liselerinde edebiyat öğretmenliği ve yöneticilik yapmıştır. Ayrıca Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Sanat Bölümü'nden de mezun olmuştur. En son İstanbul Atatürk Lisesi Edebiyat öğretmenliği görevini yerine getirerek 1973 yılında kendi isteği ile emekli olmuş ve 1982 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
Gerek eğitim ve öğretim hayatımıza ve gerekse yerli ve milli kültürümüze çok değerli katkılar sağlayan Sırrı Akatay’ın şiirle ve Türk poetikası ile ilgisi oldukça dikkat çekicidir. Daha gençlik yıllarında başlayan bu ilgi dolayısıyla da şiirleri döneminin önemli dergileri arasında sayılan Ulus, Kaynak, Çınaraltı, Ülkü ve Birlik gibi dergilerde yayımlanmıştır.
Tıpkı ağabeyi Sadi bey gibi onun da ‘Destanıdır Bir Şehrin’ adlı şiiri Erzurum hakkında yazılan en değerli şiirler arasında yerini almıştır.Kaynaklar:H.A.Kasır, Erzurum Şairleri - S.Bulut, Erzurum’da iz bırakanlar

Sebahattin Bulut;
Folklor araştırmacısı, oyun yazarı, kültür ve sanat adamı Sebahattin Bulut 1926 yılında Erzurum’da doğmuş, 30 yıl devlet memurluğu yaptıktan sonra 1981 yılında emekli olmuştur. 
Özellikle tiyatro senaryoları, piyesler ve uzun ve kısa oyunlarıyla bilinen Sebahattin Bulut özellikle Erzurum kültürü, Erzurum folklörü başta olmak üzere Erzurum sanat ve kültürü ekseninde çokça özgün çalışmalar yapmıştır.
Sözgelimi1951 yılından başlayarak çeşitli dernekler ve spor kulüplerinde sanatsal çalışmalar başlatmış, Palandöken Spor Kulübü bünyesinde kurmuş olduğu tiyatro kolunda kendi yazdığı Yanlış Hesap Bağdat’tan Döner, Meşhedi Kamber Ali’nin Berber Dükkânı, Kiralık Odalar ve Çingene Kız adlı müzikalleri hem yazarak, hem drama ederek oyuna hazırlamıştır.
Diğer yandan Erzurum Halk Oyunları Halk Türküleri Derneği bünyesinde oluşturduğu tiyatro kolu için yapmış olduğu çalışmalar boyunca da sırasıyla Şenlik, Tarihten Sayfalar, Konuşan Ölüler, Mohaç’tan Aziziye’ye, Beklenen Madalya, Gören Gözler adlı oyunları yazmış, hazırlamış, sahnelemiştir.
Metinlerini yazdığı Oduncu isimli ortaoyunu, Şeker Başı, Kına Gecesi isimli senaryoları ayrıca televizyon çekimi yapılarak Trt radyo ve televizyonlarında oynanmıştır. Ayrıca Aziziye’de Düğün Var, Millî Mücadele Başlıyor ve Beyaz Kartallar adlarında radyo oyunları vardır. 
Erzurum kültür ve folklör araştırmalarının en bilinen emektar ismi Sebahattin Bulut ‘un Erzurum konulu diğer kitapları ise şöyledir: Anıtlaşan Aziziye, Kuşaktan Kuşağa Erzurum Folkloru, Damla Damla Erzurum, Erzurum’da İz Bırakanlar, Erzurum Çarşı Pazar.(*) İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C.2, 2007; C.11, 2009), TYB Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı (2007).
Sebahattin Bulut 2006 yılında Erzurum’da vefat etmiştir.

Sümmânî;

Sümmânî 1861 yılında Erzurum ili, Narman ilçesi Samikale köyünde doğmuştur. Gerçek adı Hüseyin’dir. Annesinin adı Nezife, babasının adı Hasan Ağa’dır. “Sümmânî” kelimesi; sert, sağlam, dayanıklı, iri kaya anlamına gelen ‘esamm’ kelimesinin çoğulu ‘sümmân’ın sonuna nisbet “i‘’si eklenerek ‘Sümmânî’ şekline dönüşmüştür.
Sümmânî dokuz yaşlarında köyün sürüsünü otlatırken Ablak Taşı denilen yerde uyuyakalır. Rüyasında üç derviş görür. Bu üç derviş önce Gülperi adlı kızın isminin ilk harflerini Sümmânî’ye okutur, sonra da kızı gösterirler. Kendisine ‘Sümmânî’ mahlasını vererek sevdiği Gülperi’yi ömrü boyunca aramasını söylerler.
Saz çalmasını Erbâbî’den öğrenen Sümmânî doğu illerini, Orta Asya’nın büyük bir bölümünü gezer. Ömrünün son günlerini köyünde geçirir. 5 Şubat 1915 yılında vefat eden Sümmânî’nin mezarı doğduğu köy olan Samikale’dedir.
Sümmânî aynı zamanda içinde önemli âşıklar bulunmayan bir âşık kolunun kurucusudur. 19. yüzyılın usta halk şairi, önemli çıraklar yetiştirmemesine rağmen, bugün onun izinden yürüyen, üslubunu devam ettiren sayısız âşık vardır. Erzurum, Kars, Artvin, Gümüşhane, Bayburt, Erzincan yöresinde yaşayan âşıklarda onun tesirleri görülür.
Âşık Sümmânî konu bakımından kimi divan edebiyatı nazım türlerini şiirinde kullanmış, en azından bunlardan etkilenmiş olsa da daha çok tasavvufi halk şiiri ekolü içinde değerlendirmiştir. Ayrıca, halk hikâyeciliği geleneği Sümmânî ile en parlak devrini yaşamış, sağlığında birçok hikâyeyi tasnif ederek anlattığı gibi ölümünden sonra da kendi hayatı diğer âşıklar tarafından hikâyeleştirilerek anlatılmıştır.

Şeyhulislam Hacı Feyzullah Efendi;
Hikayesinden, Erzurum, Anadolu, Osmanlı- Türk siyasi toplumsal tarihi içerisinde hem düşündürücü, hem elem verici ve hem de çokça tarihi, sosyal, siyasal ve bireysel dersler çıkarılabilecek bir şahsiyet olan Şeyhulislam Hacı Feyzullah Efendi Hicri 1048'de (1639) Erzurum'da doğmuştur. Asıl adı Mehmed olup babası dönemin Erzurum müftüsü Seyyid Mehmed Efendi, annesi ise Şerife Hatun’dur. 
İlk eğitimini babasından almış olan Feyzullah Efendi daha sonra Seyyid Abdülmü'min'den ve dayısının oğlu İsmâil Efendi'den Arapça, Farsça, fıkıh ve fıkıh usulü okumuştur.
Ayrıca, o tarihlerde Erzurum yöresinin seçkin âlimlerinden olan Şeyh Mehmed Vânî Efendi'nin derslerine de devam etmiş ve İstanbul'a giderek büyük şöhret kazanıp padişah hocalığına kadar yükselen Mehmed Vânî Efendi'nin isteği üzerine 1664 yılında İstanbul'a, oradan da padişahın bulunduğu Edirne'ye gitmiştir.
Burada Vânî Efendi'den ders almaya devam etmiş ve bir müddet sonra da ona damat olmuştur. Şeyhülislâm Minkārîzâde Yahyâ Efendi'nin teklifiyle 40 akçe medreselerinden birine müderris tayin edilmek istendiyse de kayınpederinin müdahalesi üzerine bu görevi kabul etmeyerek hacca gitmiş ve dönüşünün müteakip 1669 yılında 30 yaşındayken Vânî Efendi'nin aracılığıyla IV. Mehmed'in oğlu Şehzade Mustafa'nın - II. Mustafa -hocası olmuştur 
Ertesi yıl padişah fermanıyla kendisine mülâzemet verilerek ilmiye mesleğinde hızla yükselmiş, Haydarpaşa, Üsküdar Mihrimah Sultan, Sahn-ı Semân ve Ayasofya medreselerinde müderrislik yapmış, 1674'te İstanbul kadılığı pâyesiyle Sultan Ahmed Medresesi'ne tayin edilmiştir.
1678'de ise Rumeli kazaskerliği pâyesiyle Şehzade Ahmed'in - III. Ahmed hocalığına getirilmiş, ve Eyüp kazası kendisine arpalık olarak verilmiştir. 7 Kasım 1686'da nakîbüleşraf, IV. Mehmed'in hal'i ve II. Süleyman'ın tahta çıkışından hemen sonra 11 Rebîülâhir 1099'da ise 14 Şubat 1688 tarihinde Şeyhülislâm olmuştur.
Feyzullah Efendi'nin on yedi gün kadar süren bu ilk şeyhülislâmlığından azli askerî bir karışıklıktan kaynaklanmıştır. 28 Rebîülâhir (2 Mart) Salı günü Sadrazam Siyavuş Paşa aleyhine ayaklanan yeniçeriler Siyavuş Paşa'yı katlettikten sonra Feyzullah Efendi'den de şeyhülislâmlık mührünü alıp kendisini önce Kuzguncuk'ta yalısında oturmaya mecbur etmişler, bir hafta sonra da Erzurum kazası arpalığıyla memleketi olan Erzurum'a göndermişlerdir. Yedi yıl kadar burada yaşayan Feyzullah Efendi, vaktiyle hocalığını yaptığı Şehzade Mustafa- II.Mustafa’ nın 1695 tarihinde tahta çıkışının ardından onun daveti üzerine -11 Şevval 1106 / 25 Mayıs 1695 tarihinde Edirne'ye gelip ikinci defa Şeyhülislâmlığa tayin edilmiş ve sekiz yıldan fazla bu makamda kalmıştır.
Padişah II. Mustafa üzerinde büyük nüfuzu olan Feyzullah Efendi bundan faydalanarak devlet işlerine müdahale etmeye, oğullarını ve akrabalarını henüz küçük yaşlarda iken yüksek mevkilere getirmeye başlamış, oğlu Fethullah Efendi'nin kendinden sonra şeyhülislâm olması hususunda padişahtan bir ferman almış ve giderek nüfuzunu daha da arttırıp tayinlere, azillere müdahalesi içten içe büyük bir tepkinin oluşmasına hatta küçük çaplı bir isyana bile yol açmıştır.
1703 yılında tarihte Edirne Vak'ası veya Feyzullah Efendi Vak'ası adıyla geçen bu isyan önce İstanbul'da başlamış, daha sonra Edirne'ye sıçramış, Edirne'de bulunan Şeyhülislâm Feyzullah Efendi ve ondan sonraki şeyhülislâm adayı oğlu Nakîbüleşraf Fethullah Efendi görevlerinden alınmışlardır. (13 Rebîülevvel 1115 / 27 Temmuz 1703). Feyzullah Efendi kaçmaya çalışırken Pravadi'de yakalanarak yarı çıplak vaziyette Edirne'ye getirilmiş, feci işkenceler sonunda oğlu ile birlikte Batpazarı'nda çırılçıplak bir halde uyuz bir hamal beygirine bindirilip türlü hakaretlerle başları kesilerek katledilmişlerdir. Feyzullah Efendi'nin kesik başı bir mızrağın ucuna takılıp âsiler tarafından Edirne sokaklarında dolaştırılmış, cesedi ise ayaklarına ip bağlanarak hıristiyan keşişlere sürüklettirilip parçalanarak Tunca nehrine atılmıştır.(21 Rebîülâhir / 3 Eylül). 
Daha sonra cesedinin nehirden çıkarılarak Sitti Hatun Camii civarındaki Abdülkerim Mektebi avlusuna gömüldüğü rivayet edilir (Peremeci, s. 136).
Feyzullah Efendi'nin Erzurum'da cami, medrese, dârülkurrâ, mektep ve hamamı; Şam'da dârülhadisi; Edirne'de çeşme ve sebili; Mekke'de mescidi; Medine'de medrese, kütüphane ve muallimhânesi; İstanbul Fatih'te medrese, kütüphane, mescid, mektep, muallimhâne, çeşme ve meşrutaları vardır. Feyziyye Dârülhadisi olarak anılan Fatih'teki külliye halen Millet Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. Feyzullah Efendi Medine'de inşa ettirdiği medreseye 3000'den fazla kitap vakfetmiş, Harem-i şerîf'in genişletilmesi sırasında bu medrese yıkılınca kitaplar Câmiatü Melik Abdilazîz'e alınmıştır. Feyzullah Efendi'nin bu vakıf tesisleri için hazırladığı vakfiye Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (Reşid Efendi, nr. 287). 
Eserleri. 1. Fetâvâ-yı Feyziyye* (İstanbul 1266). 2. Nesâyihu'l-mülûk (Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 2122/2). 3. Kitâbü'l-Eẕkâr (Mecmûʿâtü'l-eẕkâr, İstanbul Üniversitesi Ktp., AY, nr. 5744). 4. Mecmûa-i Hikâyât. Muhâdarât*a dair Türkçe olarak kaleme alınan üç makaleden ibaret bir risâledir (İÜ Ktp., TY, nr. 1631). 5. Letâifnâme (Beyazıt Devlet Ktp., nr. 5619). 6. Riyâzü'r-rahme. Ahlâka dair bir eserdir (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 3224). 7. Ḥâşiye ʿalâ Envâri't-tenzîl (İÜ Ktp., AY, nr. 2120). Kendi hayatını Arapça olarak yazan Feyzullah Efendi (Süleymaniye Ktp., Yahyâ Tevfik Efendi, nr. 287, yeni nr. 1587; Beyazıt Devlet Ktp., nr. 5050), İsâmüddin el-İsferâyînî'nin Ḥâşiye ʿalâ Cüzʾin-Nebe' adlı eserine hâşiye ve Halhâlî'nin Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi'l-ʿAḳāʾid'ine ta'lîkāt yazmış, İbnü'l-Hatîb el-Amâsî'nin Ravżü'l-aḫyâr adlı eserini de Türkçe'ye çevirmiştir. Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlı (Esad Efendi, nr. 2843) Mecmûatü Medâihi Şeyhülislâm Feyzullah Efendi adlı bir yazmada Feyzullah Efendi ve ailesi hakkında yazılmış manzum methiyeler bulunmaktadır. (*) Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.

Tivnikli Hacı Faruk Efendi;
Emiroğulları ailesi mensubu olarak 1881 yılında Erzurum’da eski adıyla Tivnik yeni adıyla Altınbulak köyünde dünyaya gelen Hacı Faruk Efendi ilk medrese eğitimini kendi köyünde almış olup; bu eğitimi sırasında mantıktan meani’ye sarf’tan nahiv’e –garamer- kadar oldukça geniş ve temel bir bilgi sahibi olmuştur.
Çocuk yaşlarda ailesinin Erzurum’a göçüyle eğitimine burada devam etmiş ve şehrin önemli medreselerinde Fevziye Kurşunlu medresesinde tahsiline devam etmiştir. Fevziye Kurşunlu medresesinde tam 15 yıl tahsil gören Hacı Faruk Efendi 1913 yılında icazetini alarak hocası Şavşatlı Süleyman Efendi’nin yardımcısı ve talebe müzakerecisi sıfatıyla görev yapmıştır.
Zamanının en başarılı talebeleri ve müzakerecilerinden sayılan Hacı Faruk Efendi özellikle nakli ve Şer’i ilimler alanında siyer, genel tarih, fıkıh, kelam ve hadis ilimlerini okumuş ve ayrıca Erzurum Muallim mektebinden mezun olmuştur. Elde ettiği ilimle daha gençlik yıllarında dikkati çeken Hacı Faruk Efendi şehrin Rus işgalinden kurtuluşunu müteakip belediye ve vilayet dairelerinde kısa zaman görev yaptıktan sonra ilkin Erzurum Mektebi Sultanisi’nde ve devamla Muallim Mektebi ile Erzurum Kız Ortaokulu ve Gacıroğlu Medreselerinde derin vukufiyetiyle sahip olduğu din dersleri, Farsça ve Arapça hocalığı, tarih, coğrafya ve İslam Tarihi derslerini okutarak çok sayıda talebe yetiştirmiştir.
Bunlara ilaveten Hacı Faruk Efendi, Ulu Cami, Emirşeyh Camii, Ayazpaşa, Narmanlı, Gürcükapı, Bakırcı ve Gürcü Mehmet Paşa camilerinde vaazlar vermiştir. 1928 yılında doğduğu köye geri dönen Hacı Faruk Efendi 1938 yılına kadar Erzurum merkez vaizi olarak köylerde ve şehir merkezinde vaaz ve nasihatlerde bulunmaktan geri durmamış, zekat ve özellikle öşür üzerinde durarak şehrin sosyo ekonomik hayatına anlam kazandırmaya çalışmıştır.
Soyadı kanunuyla birlikte “Ketvanlıoğlu” soyadını alan Hacı Faruk Efendi, Erzurum’da teşekkül ettrilen Türk-İslam Eserlerini Tetkik Heyeti’nde de görev almış olup; bu çalışması sonrasında Erzurum’da Asâr-ı Atîka Tedkikleri adlı eserini yazmıştır. Ayrıca zamanın önemli müşteşriklerinden - Oryantalist Dozy’nin İslamiyet konulu kitabına bir reddiye de kaleme almıştır.
1953 yılında vefât eden Hacı Faruk Efendi Tivnik köyünde defnedilmiştir.

Umudum Baba; 
Türbe, Erzurum Merkez İlçeye bağlı Umudum köyündedir. Türbede, asıl adı Hacı Ahmet Baba olan (ölümü, H-970 M.l550) oğlu Halil Efendi (ölümü, H.1050 M.1646) aile efradı, müridleri ve baba'nın en son müridi olarak bilinen Hasan Baba yatmaktadır. IV. Murat zamanında bizzat H.Ahmet Baba tarafından yaptırılan türbenin müştemilatında cami de vardır. 450 yıllık ahşap bir bina olan türbede bir çürüme yoktur. 
Umudum Baba Rufai tarikatından Evliyaullah' dan bir zattır. "Ziyaretlerde Fatiha-i Şerif ve Yasin-i Şerif okunur. Hasta olanlara şifa Allah' dan olmak üzere himmet beklenir" Rivayete göre IV. Murat eski Erzurum, şimdiki Karaz (Karaarz) köyü olarak bilinen yere gelince, orada maddi zenginlikle ayakta duran ehl-i küffarı kastederek "Burada bir Karaarzımız vardır" der. Daha sonra "Umudum"a döner ve Allah dostu olan Erzurum'da yaşanılan 7 yıl süreli kıtlık da her şey bulunduran Umudum Baba 'yı kastederek "orada bir Umudum vardır" der. Bakımını köy halkı ve cami imamının yaptığı türbeyi yurtdışından gelen ziyaretçilerle birlikte yılda 5. 000 insan ziyaret etmektedir.
Halk Sufizminde Baba, Mürşid-i Kamil, Dede-Baba ise, Mürşittir Dede, Mevlevilikte, Şeyh Yardımcısı, Dede-Baba, daha üst seviye ve Baba ise en yüksek derecedir. Adem Baba, Baba'dır. Hz. Muhammed "Ben ruhların babasıyım" buyurmuştur. Evliyaullah; Allah dostu, Ehl-i Hak, Ehl-i Hakikat, Ehlullah (Mürşidi Kamil, en yüksek veli mertebesidir). Yatır olmayan, kutsal canlar, Evliyaullah’ dan nazar alıyor ve çürümüyorlar. Allah, kendisini yöneleni selat ettiği için kırmayıp koruyor. S.Güngör, Tasavvuf Açıklamaları, Burhaniye, 1999, Basılı değildir)

Uyvar Eri Erzurumlu Abbas; 
1663 yılında, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa komutasındaki Türk ordusu, Avusturyalıların, Viyana çevresindeki en önemli kalelerinden biri olan Uyvar’a doğru sefere çıkar.
Uyvar Seferi olarak adlandırılan bu harekatta ilk olarak bölgedeki en müstahkem mevki olan ve Avusturyalıların alınamaz diye nitelendirdikleri Uyvar Kalesi,15 Ağustos 1663 kuşatılarak, 13 Eylül 1663 tarihinde kale teslim alındı.
Kalenin teslim alınmasından sonra muharebeden dönen, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa, Edirne’de saray bahçesinde (bu münasebetle) kurulan otağda bütün imparatorluğu sevindiren muharebe sürecini Sultan IV. Mehmed’e, anlatırken maiyetinde bulunan Erzurumlu Abbas adında bir kahramandan bahseder. Ayrıca Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’ nin 7. Cildinde de oldukça coşkulu bir biçimde anlatılan bu muharebe hikayesini tarihçi Raşid şöyle kaydetmiştir…

‘…’Alelhusus kulunuz yanında Erzurum’lu Abbas derler bir yiğit vardır. Uyvar muharebesinde, korkmadan ve çekinmeden kale bedenine çıkıp toz duman içerisinde ve perişan haldeki kafirler her ne kadar ki üzerine tüfenk taneleri yağdırdılar, onu yerinden ayıramayıp, o düşmana mukavemet gösterip sebat ettikçe onu gören her yeniçeri dahi onun yanına çıkıp kendilerine katılan nice gaziler ve dahi nice askerde çoşup tekbirler getirerek kafirin bozuk düzen seslerini bastırdılar ve hepsi birden taarruz ederek din düşmanı kafiri bozguna uğrattılar ve nihayet kısa bir sürede kalenin fethi tamam oldu…’

Bilvesile inayetleri hiç bitmeyen Sultan IV.Mehmet Han has odayı teşrif buyurduklarında, yukarıda adı geçen Erzurum’lu Abbas’ı, huzur-ı hümayunlarına getirtip kendilerini çokça sorguya çektikten sonra kendisine yakışacak şekilde, yüksek iyilikseverliğinden, Abbas’ın başına çifte çelenk takarak kendisine yakınlaştırıp bir ferman ile Erzurum gümrüğü malından, günlük yetmiş beş akçe emeklilik maaşı ve dört top kumaş ve dört donluk çuha ve çokça para bağışladı ve karındaşına dahi, yine Erzurum gümrüğünden, elli akçe emekli maaşı ve yukarıda adı geçen Abbas ile birlikte, kale bedeninin yükseğine çıkan diğer yeniçeriye dahi, ocağından, emekli ulufesi verilmesini ferman eylediler.” (Raşid Tarihi, İkinci Tabı,Cilt 1, Sahife 101). Hazırlayan : Mustafa DAMLARKAYA

Yetim Hoca;
Asıl adı Mustafa Zihni olan Yetim Hoca , çok küçük yaşlarda dayısı “Fetvacı Hoca” lakabı ile anılan Hacı Mehmet Efendi ile beraber Erzurum’a yerleşmiştir. Baba yüzü görmeden, dayısının himayesinde büyüdüğü için “Yetim” olarak anılmıştır. İlk eğitimini Pervizoğlu Medreselerinde alan Mustafa Zihni, zamanın birçok hocalarından ayrı ayrı dersler almıştır. Eğitim alanında getirdiği yeni metotların uygulanması, şehrin eğitimine kısa sürede çok büyük katkılar sağlamıştır. Erzurum`da hocaların da hocası olan Yetim Hoca, 29 Şubat 1912`de 85 yaşında vefat etmiştir.

Yunus Emre ve Erzurum;

Bilindiği üzere Yunus Emre’nin yaşadığı dönem bütünüyle 13.yüzyıla denk düşmektedir. Elimizdeki kayıtlara göre Yunus Emre 13.yüzyılın başlarında Sakarya Irmağı çevresinde bir köyde doğmuş, 1381'de vefat etmiştir. Eldeki tüm tarihi verilere göre; öncelikle bir dergah ve tasavvuf ehli olan Yunus Emre; Türk dilini en iyi kullanan ve hatta dilimize evrensel kimliğini kazandıran gönül ve ilim ehli bir güzel insandır. Bildiğimiz kadarıyla devrinde Ön Asya'yı gezip dolaşmış bir şairimizdir. Arapça ve Farsça bilen şairimizin günümüze kadar ulaşmış eşsiz bir divanı - Yunus Emre Divanı, Er-Rîsaletün Nushiye adlı nasihatler kitabı ve 1573 beyit tutarında da şiiri bulunmaktadır. Yunus Emre hakkında bilinen en sağlam veri ise; Şeyhinin Tapduk Emre olduğudur.

Başta da söylediğimiz gibi; hem bir tasavvuf ehli, hem de bir büyük şair olan Yunus Emre hakkında kaynaklar muhtelif olup; bunların çoğunluğu da tasavvufi ve edebiyat içeriklidir. Benzer biçimde uzun zaman yaşadığı ve defnedildiği söylenen yerler hakkında da bilgimiz muhteliftir. Bu bilgiler arasında en başta geleni ise, Sözgelimi; 1703 yılında Erzurum Hasankale'de doğup, 1780 tarihinde Siirt Tillo'da vefat eden Erzurumlu İbrahim Hakkı (İbrahim Hakkı Hazretleri)'ne aittir. Eldeki bilgilere göre; yıllar süren araştırmaları sonucunda Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri; Yunus Emre ve Tapduk Emre Hz.'nin asıl mezarlarının Erzurum Tuzcu köyünde olduğunu söylemiştir. Bu bilgiye göre Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri; gerek Yunus Emre’nin ve gerekse şeyhi olan Taptuk Emre’nin mezarlarının Erzurum Tuzcu – Dutçu- köyünde (Tuzcu Mahallesi) olduğunu öne sürmüş ve bugün bu köyde olan mezarları da kendi yaptırmıştır.

Bu meyanda Erzurumlu büyük ilim adamı Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu Hoca’nın makalesi de hayli önem taşımaktadır. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu Hoca; Yunus Emre hakkındaki kabul edilebilir bir bilgi olarak; onun 13. yüzyılın ikinci yarısı ile 14. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış olduğu öne sürmüştür. Nitekim onun Risâletü'n-Nushiyye isimli eserinin sonlarındaki -Söze târîh yidi yüz yidi-y-idi Yûnus cânı bu yolda fidî-yidi- beytinde geçen h. 707/ m. 1308 tarihi, bu eserin telif tarihi olup Yunus Emre'nin bu yılda hayatta olduğunu göstermektedir. Bir mecmuada bulunan ve onun h. 720 / m. 1320 yılında seksen iki yaşında öldüğünü belirten bu kayıt, araştırmacılar tarafından onun ölüm tarihi olarak kabul görmüştür. Böylece h. 638 (m. 1241) yılında doğmuş olduğu öne sürülebilmektedir. Bu halde onun doğum ve ölüm tarihleri 1241-1320 yılları arasıdır...

Bu bilgiden yola çıkarak; Yunus Emre ve Erzurum hakkındaki en temel bilgimiz Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun 1925 tarihli Meslek Gazetesi’nde yayınlanan uzun makalesidir diyebiliriz. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu Hoca bahse konu 13 bölümlük makalesinde özellikle Tapduk Şeyhe ait tek mezarın sadece Erzurum- Tuzcu – bugün ki adıyla Dutçu köyünde olduğunu ve bu bilginin tartışılmadığının altını çizerek, bu bilgiden bahisle Yunus Emre’nin Erzurumlu olabileceğini bile öne sürebilmiştir.
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu Hoca’nın bahse konu makalesi üzerinde çalışan Prof. Dr. Dilaver Düzgün’de, Yunus Emre ve Erzurum ilişkisi konusunda titiz bir incelemede bulunarak, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu Hoca’nın söz konusu çalışmasında Yunus Emre’nin Erzurumlu olabileceğinin ön plana çıkarıldığını, Erzurum Tuzcu – Dutçu köyünde bulunan iki kabirden yola çıkarak, bunlardan birinin kuvvetli bir ihtimalle Taptuk Şeyhe ait olduğu ve bu kabirin Taptuk Şeyhin bilinen tek kabri olduğu bilgisi üzerinde durmuştur.

Prof. Dr. Dilaver Düzgün, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu Hoca’nın çalışmalarını konu edindiği bu 44 sayfalık makalede, Fındıkoğlu Hoca’nın çalışmasının özellikle 7. bölümünden sonra bu konu üzerinde durarak; Erzurum Tuzcu köyünde mevcut Yunus Emre ve şeyhi Tapduk Emre kabirlerinden yola çıkmış ve Yunus Emre’nin Erzurumlu olduğu hakkında uzun tahlillere girişmiştir. Prof. Dr. Dilaver Düzgün’e göre; bu bölümlerde dikkat çekici bir husus olarak Yunus Emre’nin Türkiye’nin çeşitli beldelerinde kabir veya makamları bulunmakla birlikte Tapduk Emre’nin sadece Erzurum’un Tuzcu köyünde kabrinin oluşu oldukça düşündürücü bir içerik taşımaktadır.
Bu cümleden olarak, yine Prof. Dr. Dilaver Düzgün’ün verdiği bilgiden yola çıkarak; Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu Hoca’nın bu haliyle bu derlemesini aslında Erzurum kitaplığının bir parçası olarak görmek de mümkün. Dolayısıyla diyebiliriz ki Erzurum Şairleri başlıklı bir eseri basılmış bulunan Fındıkoğlu’nun Yunus Emre’si Erzurumludur...
Bu çerçevede faydalanılan kaynaklar olarak, ilimiz Atatürk Üniversitesi öğretim üyesi Prof. dr. Dilaver Düzgün’ün Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve Yunus Emre başlıklı makalesi ile Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu Hoca’nın döneminin ‘Meslek’ gazetesinde yayınlanan 13 bölümlük makalesi ana kaynaklar olarak önem taşımaktadır.

Yunus Kaya Hoca;
1927 yılında Erzurum İli Tortum Yukarı ödük köyünde dünyaya gelmiştir. İlköğrenimini kendi köyünde tamamlamış ve Askerlik çağına kadar köyünde Aşır Hafız dan Kur’an ve tecvid, Köyün İmamı Yunus Hoca’dan da fıkıh ve kelam ilimleri eğitimi almıştır. Uşak, Çanakkale ve Erzurum İl Müftülük görevlerinde bulunmuş ve Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 18 yıl kelam ve tasavvuf dersleri vermiştir. 27 Şubat 2015 tarihinde vefat etmiştir.

Zeki Başar;
1913 yılında şimdilerde Horasana, doğduğu yılda Pasinler’e bağlı Azap köyünde dünyaya gelen Zeki Başar Hocanın babası Hacı Gıyas Bey, annesi Şahver Hanım’dır. 1800’lü yıllarda Kafkasya’dan göç ederek Erzuruma yerleşen bir aileye mensuptur.
Çocukken anne ve babasının vefatı dolayısıyla amcası, ağabeyleri ve ablaları tarafından büyütülmüş; Rus işgali yıllarında ailesiyle birlikte Kayseri’ye göç etmiş, ilk öğretimine Sivas’ta başlamış, takiben köye dönerek ilk öğretimin burada devam etmiş, orta ve lise öğrenimini ise Erzurum Lisesinde tamamlamıştır.
1933 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden devlet adına tahsil görerek 1939 yılında, mezun olmuştur. Daha üniversite yıllarındayken mesleği dışındaki alanlara da ilgi gösteren Zeki Başar Hoca öğrencilik yıllarında çeşitli yazılar yazmaya başlamış, özellikle Erzurum’un kurtuluşu üzerine kaleme aldığı “Bu Günleri Niçin Anıyoruz” konulu yazısı ile araştıran, inceleyen, çalışan bir memleket evladı olarak dikkat çekmiştir.
Doktor olarak mezuniyetini takiben önce Adana’da Sıtma Enstitüsü Kursuna katılmış, sonrasında Gülhane Askeri Doktor mektebindeki eğitim döneminden sonra, gönüllü olarak, 1939-1941 yıllarında Erzurum 22. Piyade Alay Hekimi olarak iki yıllık askerlik hizmetini tamamlamıştır.
Memuriyet hayatı ülkenin birçok yetinde geçen Zeki Başar Hoca , bu yoğun memuriyeti sırasında hem ülkenin bir çok yerini görüp inceleme fırsatı bulmuş hem de gerek mesleki olarak gerekse daha geniş bir eksende mesleki meseleler yanında diğer memleket meselelerine de ilgi duymuş, doğrudan ve dolaylı biçimlerde sağlıkla ilişkili pek çok konuda çalışmalar yapmış, makaleler ve kitaplar yazmıştır.
Söz gelimi 1944-1945 yılları arasında Kayseri-Pınarbaşı ilçesinde Hükümet hekimi olarak görev yaparken Halk evi ve Kızılay Derneği başkanlıklarını da üstlenmiş, Erzurum Halk evi Kültür Dergisi için sosyali tarihi, kültürel makaleler ve yazılar kaleme almış ayrıca mesleki olarak ülke genelinde ilgi ve kabul gören Hükümet Tabibinin Ödevleri, Hükümet Tabipliğinin Genel Yazı İşleri gibi kendi mesleğinde yol gösterici kitaplar yayınlamıştır.
Oldukça emek işi bir süre boyunca tıp eğitimini detaylandırarak geliştiren Zeki Başar Hoca Sağlık bakanlığı Neşriyat Dairesi, Numune Hastanesi, Heybeliada Sanatoryumu, Haydarpaşa Tıp Eğitim Hastanesi gibi birçok yerde görev yaptıktan sonra 1950 yılında Erzurum Verem Hastanesinde Dahiliye uzmanı ve başhekimi olarak göreve başlamış, bu görevi 1961 yılına kadar sürdürmüş, 1961-1965 tarihleri arasında Erzurum Numune Hastanesi İç hastalıkları uzmanı olarak çalışmıştır. Bu arada, 1965 yılında, altı ay süreyle, kendi olanaklarıyla Fransa’da Grenoble Üniversitesi ve Rouen Charles Nicole Hastanesinde klinik incelemeler yapmak üzere bulunmuş, yeni mesleki deneyimler edinmiştir.(*) Ek kaynak: A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 29 - Erzurum 2006 - Prof. Dr. Zeki Başar Özel Sayısı.

Hem mesleki hem de sosyal hayatı oldukça zengin bir serüvene sahip olan Zeki Başar Hoca bu yıllarda ayrıca Erzurum Bakıma Muhtaç Çocuklar Yurdun da fahri müdürlük görevinde bulunmuş, Atatürk Üniversitesinde Tıp Fakültesinin kuruluşunu takiben Tıp Tarihi ve Deontoloji Kürsüsü öğretim görevlisi olmuştur.
Atatürk üniversitesinde yeni kurulan bu birimi daha yakından tanımak ve incelemek maksadıyla İstanbul Tıp Tarihi Enstitüsünde Ord Prof.Dr.A.Süheyl Ünver’in yanında çalışmalar yapan Zeki Başar Hoca; 1970’de doçent, 1974’de profesör olarak, akademik süreci tamamlamış olup; 1971’de üç ay süreyle Almanya/Ruhr Üniversitesi’nde bulunarak, tıp tarihi üzerine incelemeler yapmıştır.
Atatürk Üniversitesi’nde, 1974-1983 tarihleri arasında Tıp Fakültesi Senatörü, 1976-1978 tarihleri arasında Diş Hekimliği Fakültesi, 1979’da ise Tıp Fakültesi Dekanı olarak görev yapmıştır. 1978’de, Fransa’da, Paris Rene-Dekart Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Coehin Port Royal Tıp Fakültesi’nde tıp tarihi incelemeleri yapmıştır. 1979-1983 Tarihleri arasında Atatürk Üniversitesi Rektör Yardımcısı olarak görev yapmış, 1980-1982 tarihleri arasında Atatürk İlke ve İnkılâpları Enstitüsü Müdürlüğünü yürütmüş ve yaş sınırının dolması nedeniyle 1983 yılında aktif görevden ayrılmış bununla birlikte çalışmaktan geri durmamış, çeşitli kurum ve kuruluşlarda uzaman ya da gönüllü olarak görevler üstlenmiştir.
Bu bağlamda, Kızılay Cemiyeti daîmi üyesi, Halkevi Derneği üyesi, Erzurum Verem Savaş Derneği kurucu üyesi (1950), Erzurum Tarihini Araştırma ve Tanıtma Derneği kurucu üyesi (1955), Türk Tıp Tarihi Kurumu üyesi, Türk Tıp Tarihi Kurumu şeref üyesi, Atatürk Vakfı üyesi olmuştur. Yayınlanmış Erzurum Tarihi, kültürü ve Doğu Anadolu üzerine kaleme aldığı eserlerini de içeren başta ‘Erzurum’da Eski Mezarlıklar ve Resimli Mezar taşları’ adlı kaynak çalışması olmak üzere 26 kitabı ve tespit edilebilen 100’den fazla makalesi bulunmaktadır. .(*) Ek kaynak: A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 29 - Erzurum 2006 - Prof. Dr. Zeki Başar Özel Sayısı.
Yaşamının son yıllarını İstanbul’da çocuklarının ve torunlarının arasında, okuma-araştırma-yazma faaliyetlerine devam ederek geçiren Zeki Başar Hoca, 6 Haziran 2005 tarihinde vefat etmiştir.

Ziya Paşa;
1829 yılında İstanbul Kandilli’de dünyaya gelmiştir. Asıl adı Abdülhamid Ziyâeddin’dir. Galata Gümrüğü kâtiplerinden olan babası Ferîdüddin Efendi, aslen Erzurum’un İspir kazasına bağlı Kerab köyündendir. Ziya Paşa, ilk eğitiminin ardından Süleymaniye civarındaki Mekteb-i Ulûm-i Edebiyye de, daha sonra da Beyazıt Rüştiyesinde okumuş, bir yandan da Arapça ve Farsça öğrenmiştir. Henüz on altı on yedi yaşlarında iken yaşıtlarına göre bilgisi ve el yazısının güzelliğiyle dikkat çekmiş, Dâire-i Sadâret-i Uzmâ Mektûbî Kalemine kâtip olarak girmiştir.
Nisan 1862’de, paşa unvanı verilip Kıbrıs mutasarrıflığına tayin edilmiştir.
Bir süre Paris’te yaşamış, daha sonra 1867’de Londra’ya geçmiş ve burada Nâmık Kemal’le birlikte Hürriyet gazetesini çıkarmıştır. 1871’in sonlarında İstanbul’a dönmüştür. 1872 yılı başlarında Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyyede kurulan İcra Cemiyeti reisliğine getirilmiştir. Daha sonraki dönemlerde Suriye ve Konya’da valilik görevlerinde bulunmuştur.
Ziyâ Paşa, Şinâsi’den sonra Nâmık Kemal ile birlikte, 1860’lı yıllardan başlayarak Fransız edebiyatı etkisi altında gelişen yeni Türk edebiyatının kurucularından biri kabul edilmektedir. Şiir ve İnşâ makalesi meşhurdur. Ziyâ Paşa’nın her devirde zevkle okunan ve en çok beğenilen eserleri eski tarzda yazdığı şiirleridir. Eserlerinden bazıları şunlardır: Eş‘âr-ı Ziyâ, Zafernâme, Rüyâ, Harâbât…

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu;
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu Cumhuriyetimizin önemli sosyolog, iktisatçı ve fikir adamlarından birisidir. 1901 yılında Erzurum’un Tortum ilçesinde doğmuştur. Babası Halil Fahri Bey’in memuriyeti dolayısıyla ilköğrenimini Erzincan ve Hakkâri’de yapmıştır. Malatya İdadisinden sonra Kayseri Sultanisinde başladığı öğrenimine İstanbul Sultanisinde devam etmiştir. 1922 yılında Posta - Telgraf Mektebini bitiren Fındıkoğlu aynı yıl Galatasaray Postanesinde görev almış ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Felsefe öğrenimine başlamıştır. 1924 yılında Erzurum Lisesinde felsefe ve Fransızca öğretmenliği yapmıştır.
1930’da açılan bir imtihanı kazanarak doktora yapmak üzere Fransa’ya gönderilen Fındıkoğlu, Strasbourg Üniversitesinin felsefe bölümünde ikinci lisans öğrenimini tamamlamış, 1934’te Türkiye’ye dönerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde felsefe ve ahlâk doçenti olarak göreve başlamıştır. Aynı sene, yaklaşık kırk yıl yayın hayatında kalan İş dergisini kurmuştur.
Edebiyat Fakültesi’nden ayrılıp İktisat Fakültesine geçen Fındıkoğlu 1942’de sosyoloji profesörü, 1958’de ordinaryüs profesör olmuştur.
1972 yılından emekliye ayrılıncaya kadar İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde kürsü başkanlığını sürdüren Fındıkoğlu 16 Kasım 1974’te İstanbul’da vefat etmiştir.
Başlıca Eserleri
Erzurum Şairleri, Ziya Gökalp İçin Yazıp Söylediklerim, Doğu Kalkınması ve Erzurum Şehirleşmesiyle İlgili Sosyolojik Meseleler, Erzurum Şehirleşmesi, Zorlara Dağ Dayanmaz, İçtimaiyat.

Kaynakça: Kültür İşleri Şube Müdürlüğü