Erzurum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Erzurum Ağzı

A

Abrel beşi: Nisan ayının ondördüncü gününden onsekizinci  gününe kadar süren soğuk günler.

 Abuğ etmek-Abığ etmek: Oyalamak, Boşuna Bekletmek.

Abad olmak: Umulmadık kadar zengin olmak, mal ve para kazanmak.

Agga Bugga - Akkabukka :Yarı Sosyete, Yapmacık

Ağcıl: Beyaza yakın krem renginde

Ağır Ayah: Tembel, Yavaş Hareket Eden.H Harfi kalın okunur.

Ağoz- Ağuz: Yeni doğurmuş bir inekten ilk günlerde sağılan, koyu yapışkan süt.

Ahiri: Nihayetinde. H. Harfi kalın okunur.

Alaf: Hayvan yemi, Ot, Saman

Almışısamsa - Almıssam: Eğer Almışsam

Allipulli: Uğur böceği

Alengirli: Güvenilmez, Şüpheli.

Allem Gullem-Ellem Gullem : Oyun kurmak, edip eyleyip aldatmak.

 Ander: Çirkin, Biçimsiz

Anel:  İşte böyle, Tam Böyle.

Anele dur- Ele dur: Öylece dur, olduğun yerde kal

Angırmak  - Anırmak: Eşek Sesi Çıkarmak.

Anı - Anığ: Çorba üstüne yayılan yağlı sos.

Annah - Annahli:  Anlayışlı, Akıllı. H. Harfi kalın okunur.

Anor: Onur, Gurur.

Anora-Avora - Avura: Şurası, İşte şu taraf.

Arafalıh: Arefe günü çocuklara verilen hediye, şeker, kuruyemiş vs. H. Harfi kalın okunur.

 Araz Ahir Göz Bahir: Her şey ortada, gör, anla.

Arli - Ar: Utanma sahibi, Ar sahibi.

Arsız: Utanmasız, Arsız, Şımarık

Artımlı: Bereketli, Çoğalan, Artan

Asaca: Askıda bırakma, başını eğerek yıkama.

Aşgana: Erzurum Evinde tandır bacası.

Aşgar: Çamaşırda zor çıkan leke.

Aşırtma: Üstten ya da yandan atma, dolaştırma.

Aşlamak: Aşılamak, kaynar suyun üstüne su koymak.

Aşlık: Çorba için hazırlanan genellikle kuru malzeme.

Aşma: Kuru Kayısı.

Aşoti: Kişniş olarak bilinen kokulu bitki, Erzurum ayran çorbasının ayrılmaz bileşeni.

Aşşıh: Hayvan kemiğinden elde edilen oyuncakla oynanan oyun.

Atta, Avrattata,Yurt'ta Yövm - Yevüm Vardır: Atın, Avradın ve yurdun da kendi uğuru, hayırı vardır.

Avucaşmah: Yoksul düşmek, dilenmek

Ahşamleyin: Akşama doğru

Ahil adam: Akıllı, tecrübeli, danışılacak adam

Ahpun - Ahbın - Ahbun: ahır gübresi dökülen, verimli, sulu toprak alan.

Ay Bacayı Savuşdi: Olan olup bitti, fırsat kaçırıldı manasına.

Ayahgılti: Ayak ucu tarafı.

Ayah Yoli: Tuvalet, Lavabo.

Ayın - Oyun: Bir şeye benzemeyen, güya yapılmış, becerilememiş iş.

Ayın beyin olmak: Şaşırıp kalmak, ne yapacağını şaşırmak.

Azıtmak: Yoldan çıkmak, ahlakını, dengesini kaybetmek, azmak.

Awu - Avo - Avora : O, bu, şu – Şurası

Azacıh - Azıcıh - Azucuh: Çok Çok az, azıcık, az birşey

 

B

Baba Çıha: İğrenç, hastalıklı, beğenilmeyen şeye söylenir.

Baç - Barç: Öpme biçimi, abartarak öpmek

Bacı - Bacılık: Kızkardeş, Kızkardeş yerine.

Badala - Badile : Üzerinde çalışılan alçak masa; rahle; bank, oturak, tabure

Bağdadi: Ağaç direkler üzerine birbirine koşut biçimde çakılan çıta ya da kamışlara sıva vurularak yapılan duvar ya da tavan.

Bağırti: Gürültü, Yüksek ve karışık, kaynağı belirsiz ses.

Baharkor: Baktığı halde görmeyen, anlamayan

Bahdavar - Bahdıvar - Bahtavar: Baht sahibi, bahtı var anlamında sevimli hitap.

Bahşa: Başka

Baldodah: Tatlı dilli, yüze karşı öven, oyunbaz, konuşkan adam.

Bar: Meyve manasına da gelir, Erzurum folkloründe başat unsur.

Bar Başi: Başta bar oynayan kişi.

Bar vermek: Meyve, ürün vermek.

Bardan: Büyük ve geniş çuval, torba.

Barhana: Çoban ve yayla yiyeceği.

Başarar Parmak: İşaret parmağı.

Başını Açıp Seğitmek : Olur olmaz iş için bilir bilmez koşmak, kendine yarar sağlamak için koşturmak.

Başını bağlamak: Sözlendirmek, Evlendirmek.

Basırmak: Sözle ve hareketle haklı çıkmak, kendini aşırı savunmak.

Başlıkıçlı: Kalabalık zamanlarda ters yönde uyumak, birinin başı birini ayaklarına gelmek.

Basma - Basmalıh: Hayvan gübresi dökülen, toplanan ve basılarak sertleştirilen yer.

Bayahıt - Bayahtan - Bayah: Az önce, Biraz önce

Bedira - Bedivra - Bedıra: Kapaklı ya da kapaksız su kovası.

Bed - Bedlemek: Çirkin, çirkinlemek, bir türlü sevememek, hoşlanmamak.

Belleme: Toprağı kabartmak.

Bemirat: Bi’ kökü ile olumsuzluk manasında ‘Muratsız- Muradını Alamamış’ manasında.

Ben Gız İdim, O Söz idi: Yıllardır söylenen ve bir türlü olmayan şey.

Bennam: Ben ne bileyim.

Benem: Benim

Berdanga - Berdınga: Bir Silah, Tüfek adından yola çıkarak söylenen çirkin, zararlı ve korkutucu şey manasında.

Berdelecüz - Berdelegüz: Mart'ın 11'inde başlayıp 17'sinde biten sert soğuklara Erzrurum

ağzı ile halk arasında Berdelacuz, kocakarı soğukları denir

Berhudar  Olasan: Hep mutlu ol, Mutluluk içinde kal anlamında, genellikle büyüklerin küçüklere söylediği dua makamında güzel söz.

Beşik - Beşşik: Ten de, ya da alında iz, leke manasında. Ayrıca bebek yatağı anlamında beşik.

Beşik kertme: Kız ya da erkek çocuklarını beşikteyken birbirine söz verme.

Besleme: Hane halkında olmayıp hane halkı gibi bakılıp büyütülen kız çocuğu

Beştaş: Yuvarlak küçük en fazla orta boy 5 adet taş ile oynanan çocuk oyunu.

Bevl - Bevletetmah: İdrar etmek, küçük su dökmek, küçük abdest etmek.

Behmez: Pekmez

Beyhut: Bayılırcasına yorgun düşüp uyumak.

Beyno: Beyinsiz, akılsız

Bezbaş: İş yapmayan, dirayetsiz, çabuk usanan.

Bezeh - Bezek : Süsleme; Süs.

Bi Kırtig: Bir parça, Küçük bir çarca, küçücük.

Bibi: Hala’ya denir, Babanın kız kardeşi

Bıcırgan: Bir tür yara, çok ekşi bitkiler için de kullanılır. Radlof’a göre Osmanlı döneminde demir parlatmak için kullanılanince alet.

Bıdılanmah: Bir söz ya da konu üzerine belli belirsiz, anlaşılmaz şekilde ara ara konuşup durmak.

Bıhart- Bırak: Bırak anlamında

Bıldır:  Geçen yıl anlamında

Bileylemah: Bilevlemek, Keskinleştirmek

Bilican: Bilgi sahibi de olmakla beraber, bildiğini göstermek, hep biliyor gibi davranmak, menfaatini korumak.

Bılik- Bılık: Kaz ve Ördek yavrusu.

Bıliya: Bilye, Misket, Cicoz

Billohma: Genelde az yemek için kullanılan, küçücük, tek lokmacık miktar. Aynı zamanda çocuklar içinde kullanılır, billohma uşak gibi…

Binbir Hatim: Bir Büyük Erzurum Geleneği. Birlikte Hatim okumak, yüzyıllardır sürüp giden bir gelenek. 16. Yüzyılda Pir Ali Baba tarafından başlatılan muhteşem Erzurum geleneği.

Binektaşı: Evlerin, konakların önünde bulunan, eski zamanlrda ata binmek için kullanılan taş.

Bıngıldah - Bıngıldak: yeni doğmuş bebeklerde kafa kemiklerinin birleşme noktalarının arasındaki bağ dokudan oluşmuş yumşak bölgeye denir.

Binmaşallah: Bir dua ve övme sözü, nazardan korunmak üzere söylenir.

Binnazınan:  Bir şeyi, bir işi gönülsüz biçimde sayısısız naz ile yapmak ya da yapmamak.

Bir Çeşıd Olmah: Bir an ne olduğunu şaşırmak, kendini tarif edememek.

Bir Kıt - Bi kıt: Bir ısırıklık, bir ısırmalık

Bir Koroğli Bir Ayvaz: Yaşlanmış ve ununu eleyip eşeğini asmış, çoluk çocuğunu everip, evlendirip bir başına kalmış karı koca için kullanılır.

Bişe:  Bir şey.

Bışği: Testere.

Bişi - Pişi: Mayalı hamurdan yağda kızartılarak yapılan yerel poğaça biçiminde hamur işi.

Bizıh: Biziz

Böcüg: Böcek, küçük çocuklar, özellikle kız çocukları için kullanılan sevimlilik ifadesi.

Boğozli: Aşırı iştahlı, çok yiyen

Böhdan: Bilir bilmez bir konu hakkında bir kişi ya da kişiler için konuşmak. Kötü manada bilmediği konu hakkında dedikodu etmek.

Bonduruh- Bonduruk -Boyunduruk:  Öküz arabası (Kağnı da) hayvanların boyunlarının üstüne oturtulan biçimli ve iki boyunluklu ağaç parçası.

Borani: Haşlanmış patatesin ezilerek erimiş sıcak tereyağla karıştırılmasıyla elde edilen çabuk yemek, yoğurtla birlikte daha çok tercih edilir.

Boşboğoz - Boşboğuz: Olur olmaz yerde ve olur olmaz konuda konuşup ahkam kesenlere denir.

Boy Vermah: Büyüyen, boyu uzayan çocuklar ve dikilmiş fidanların uzaması hakkında söylenen ve başka bir biçimde de suyun derinliğini ölçmek için kullanılan, çok derin olmayan anlamında söylenen derinlik betimlemesi.

Bele: Böyle

Bu Gedden: Bu kadar

Buğ: Buhar

Buğda - Den: Buğday

Buhah: Çenenin alt kısmı için kullanılır.

Bulağ - Bulah: Çeşme

Buğalmah - Bungalmak: Bunalmak, Daralmak, Sıkılmak

Bülücan - Bilican : Biliyormuş gibi davranan, az çok bilen, yarar elde etmek için bildiğini kullanan

Bunculah - Bunculuh: Çok küçük bir şey, bir parça, az

Bunnar: Bunlar

Buymak: Çok soğuk yüzünden çok üşümek, donmaya yüz tutmak.

Buyur Etmah: Hürmet ifadesi olarak karşılamak, hanenin içine ya da oturulan yere çağırmak, baş köşeye davet etmek.

Böyün – Bögün : Bugün

 

C

Caggıl -  Cakgıl - Cakkıl: Su taşımak için omuzlara asılarak kullanılan genellikle ahşap su taşıma aracı.

Camış: Manda

Camış Gıran: Mandaların bile dayanamadığı derecede soğuk zamanlar. Baharın ilk zamanlarındayken bir anda gelen kar ve soğuk zamanları, 16,20,22 Nisan günlerinden bir gün ya da bu zamanlara denk gelen zaman.

Cankeş : Can vermek üzere, Perişan durumda.

Cavramak: Çabalamak, uğraşmak, elinden geleni yapmak, çalışmak.

Cazı - Cazi: Genellikle çocuk yaşta ya da genç kızlar için kullanılan hem sevimlilik hem de kurnazlık ve akıllılık ifade eden yerel kelime.

Cecim - Cicim: Küçük ve hafif kilim.

Cehez - Cehiz : Çeyiz

Celep:  Koyun, keçi, sığır vb. kesilecek hayvanların ticaretini yapan kimseler için kullanılır, Canlı hayvan tüccarı.

Cellobello: Hafif meşrep, başıboş, kuru kalabalık, acemi gençlerden meydan gelen küçük topluluk. Bir hafife alma ifadesidir.

Cendek: Vücut, daha çok ölmüş ya da kesilmiş hayvanların yerde duran halleri için kullanılır. Ölü beden, ölü hayvan hali. Fahrettin Kırzıoğlu Hoca’ya göre doğrusu ‘Cemdek’ olmalı.

Cığılamah: Kimi zaman yüksek, kimi zaman orta ve hafif şekillerde ve anlamsız biçimde acizlenerek ses çıkarmak ve konuşmak

Cığız - Cığızlanmah: Hakkına razı olmamak, oyunbozanlık etmek.

Cil: Hasır dokunan ince kamış, saz. Renginden dolayı cil ot’da denir. Ayrıca taze filiz, filizlenmiş anlamına da gelir. Soğanın ya da Patatesin çillenmesi gibi…

Cılbıra: Soğan, domates ve et suyu ve bayat ekmek ya da kızartılmış ekmek ile yapılan sulu yemek.

Cillenmah - Cillenmek: Filizlenmek, yeşermek, patates ve soğan için bozulma belirtisi anlamına da gelir.

Cıltik - Çıltik: Namussuz manasına olmasa da, söz ve hareketleriyle hafif meşrep kadın.

Cimcik: Çimdik

Cinçevat -Çinçavat: Çinçavat olarak bilinen kelime daha çok Kars, Iğdır, Ardahan ve Artvin bölgelerinde kullanılan “kötü huylu, cimri, bencil, kavgacı, mızıkçı, geçimsiz, yüzsüz, pasaklı, dedikoducu” gibi menfi birtakım anlamları içerir. Kelime, sadece Türkiye ve Türkçede değil, Ermenice başta olmak üzere, Azerice ve Gürcücede de benzer anlamlarda kullanılmaktadır.

Cırbağa: Yaramaz, arsız, sıska, cılız, çelimsiz çocuk manasına gelir.

Cırbıt: Göz kenarlarında biriken beyaz ve aşkar renginde az kıvamlı kir tabakası. Genellikle sabah uyanınca olur. ‘Gözünün cırbıdıni yıkamamış..’ gibi.

Cıvıh: Kıvamsız, çok sulandırılmış. Bazı hallerde ciddiyet dışı davranışlar için yergi biçiminde de kullanılır. H Harfi kalın okunur.

Cırcıvıh: Bütünüyle sulandırılmış halde.

Cırık:  Bez parçası, bezden üsturpsuzca koparılmış parça.

Cırılmah - Cırılmak: Aşırı yüksek bir sesle bağırmak ya da ağlamak, ağlamanın giderek son haline gelmesi. Ayrıca su içmek ya da yemek anlamında da aşırı yemekten cırılmak gibi..

Cırıt - Cılıt: Cirit oyunu

Cırnah: Tırnak, uzun ve kesici tırnak anlamında, hayvan ve kuşlarda keskin ve sert tırnak, cırnak.

Cızdım Oynamiram: Kendi kurduğu işi, planı ya da vaad ettiği şeyi bozmak, caymak.

Cızıdan Çıhmah:  Çizgiden çıkmak, yoldan çıkmak,terbiyesizleşmek,  sapıtmak.

Corumlamah - Corumlamak: Tırnaklarıyla ve tüm eliyle tutunup çekmek.

Cücük:  Tavuk yavrusu, Civciv

Cüdam:  Beceriksiz kimse, görgüsüz kimse, bazı hallerde zayıf bedenli erkek. Adam, cüdam gibi…

Cullup Yağ: Çok yağlı yemek. Başka anlamda da çok fazla maddi menfaat, çok fazla para, kâr anlamında da kullanılır.

Culuh: Hindi – H harfi kalın okunur

Cuma ahşami: Cuma günüden önceki Perşembe Akşamı. Perşembe Gün batımından sonrası Cuma Akşamı olarak anılır.

Cümür - Cumur : Kusur

Cürm - Cürüm: Kusur, Hata

Çalamatara - Çalamatara Allah Gultara - Kurtara: Bir halin, bir iş ya da bir durumun fazlaca kalabalık bir çevre içinde karışarak belirsizleşmesi, her kafadan bir sesin çıkması. Daha çok tartışma ve kavga ortamları için kullanılan bütünüyle yerel bir ifade.

Çalgap - Çalagap - Çalağap: Şöyle böyle, yarım yamalak anlamında kullanılır. Bir çalağap falanca kişi filanca kişiye benziyor gibi…

Çalkama: Erzurum’da ayran yapma tarzı. Yayık ayrandan başka biçimde yoğurdun çalkalanarak ayran yapılması.

Çaparız: İçinden çıkılamayacak kadar güç olan, karışık iş. Bazı hallerde işi gücü acele ve karışık halde yapan, eli ayağı dolaşan gençler için de kullanılır. ‘ Bir çaparız uşah ki…’ gibi…

Çarşı Ağası: Zabıta şefi, Zabıta Komseri.

Çaşır - Çaşur:  Erzurum’da yetişen aroma ve kokusu kendine has, kaynatılarak ya da kavrularak tüketilen bir bitki. Probiyotik ve antioksidan özellikleriyle bilinir.

Çemirlenmek: Kollarını ve paçalarını katlayarak bir işe hazırlanmak. Ülke genelinde ‘Çemrenmek’ şeklinde de kullanıldığı bilinmektedir.

Çig: Pişmemiş, çiğ anlamında kullanılır. Ayrıca  Erzurum’da oynanan ‘ Aşşıh- Aşık’ oyununda aşığın yüzleri çig, şeg, tög, mire, alçı gibi isimler alır. Çig, aşığın çukur göbek yüzeyine denir.

Çigit - Çigirt : Çekirdek. Ayrıca Erzurum’da ‘Sımışka’ olarak da adlandırılan Ayçekirdeği için de kullanılır.

Çılgısız, Çılğısız: Ölçüsüz, düzensiz, üslupsuz.

Çiriş: Çiriş ya da Çiriş otu, Asphodelaceae familyasından Asphodelus cinsinin oluşturan bitki türlerinin ortak adı. Mart ve Nisan aylarında genellikle dağlık alanlarda yetişir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde bilinir

Çırpi Bacah: Çırpı’dan mülhem, İnce bacaklı kadın ve erkekler, daha çok kadınlar için söylenen, zayıf ve çelimsiz anlamındaki söz

Çırpılmah: İlahi bir ceza ile cezalandırılmak, Çalınıp Çırpılmaktan mülhem. Ayrıca kazıklanmak, fazlaca bir bedel ödemek anlamında da kullanılır.

Çırpısız: Tıpkı Çılğısız gibi ölçüsüz düzensiz manasına da gelmekle beraber daha çok terbiyesiz anlamında kullanılır.

Çıtırıh: Sözlük anlamı olarakSöğüt ve kavak ağaçlarının ince dallarına verilen addır. Bir diğer anlamı ile karışık, az çok gizemli, şüphe uyandıran, birbirine girmiş, dolaşık işler için de kullanılır. ‘ Bunnar Çıtırıhli işler…’

Çıyrımak: Bir iş, durum ya da kişiye karşı güvensiz bir hale girmek, şüphelenip bezerek geri çekilmek.

Çolpa, Çölpe: Beceriksiz, Acemi

Çor: Hastalık, dert. Beddua biçimindede kullanılır.

Çorah: Şorak şeklinde de kullanılır. Çorak, verimsiz toprak.

Çoruşmuş: Bayatlamış, bozulmuş sebze ve meyveler için kullanılır. Bir başka biçimde de giderek yaşlanmış manasına gelen argo dan çok amiyane bir tabirdir.

Çortuti - Çortutu: Şalgam turşusundan ,  tat ve aroma vermesi için reyhan katılarak yapılır. Pirinç veya bulgur katılır, ayrıca parça et veya kavurma ile pişirilir. Kış aylarında Erzurum’un başlıca yemeklerindendir.

Çullama: Pestil, dut vs. gibi kuru gıdaların yağ, şeker  ve yumurta ile kavrularak hazırlanan ek yemek.

Çürük - Çerig: Çürümüş, bozulmuş, kalan zerzevat.

 

D

Dabak:  Sığır, manda, koyun, keçi, domuz, deve ve yabani çift tırnaklı hayvanlarda görülen viral bir hastalıktır. Şap hastalığının yerel adı.

Dabansız: Korkak.

Dadaş: Meşhur Erzurum erkek ünvanı, mert, cesur, vatansever, sözüne güvenilir erkek. Ağabey manasına da kullanılır.

Dadah: Kimi zaman süt , kimi zaman su ile de yapılan ekmek, yağ, bisküvi ve başka yararlı gıda ve sebzelerin karışımı ile yapılan bebek yiyeceği.

Daddaralillim: Tahteravalli den mülhem, Daddaralli, salınımlı, gayri ciddi, güvenilmez, gelip geçici iş, söz, davranış ya da basit eşyaların tanımı için kullanılan yergi ifadesi.

Daggıç -Taggıç: Alnın tam ortası. Alnının takgıcına vurmak ve ya alnın takgıcıyla vurmak.

Dalahsız: Korkak, güvenilmez, sözünde durmaz anlamına gelir.

Dalda etmek: Gölge etmek, bir başka manada koruyup kollamak, sahip çıkmak.

Daldala vermek: Birlikte davranmak, omuz omuza vermek gibi, genellikle kavga sırasında arkadan gelecek tehlikeler için birbirini kollamak.

Daldalamak:  Gölgesinde tutmak, Korumak.

Dalına Basmah: Genellikle söz ya da hareketle nsanın hassas noktasına dokunmak, kışkırtmak.

Damcı - Damci - Damçi: Tavandan damlayan damla.

Danadoloğ - Danadoluğ: Basit ve serkeş genç toplulukları hafife almak için kullanılan yerel ifade.

Daraba: Dükkân kepengi, tahta perde, tahta bölme, tahta parmaklık.

Dardüllük: Dar ve uzun, dar ve uzun ama çirkin biçimdede daralarak sarıp uzamış.

Dartılafıs: Tahteravalli’nin daha basit bir anlamda argo biçiminde söylenmiş hali.

Davar: Koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvanlara ve bunların sürüsüne verilen ad. Erzurum’da daha çok koyun sürüsüne verilen ad. Bazı hallerde düşünmeyen ve cahilce davranan kişiler için hafifseme anlamında da kullanılır.

Davarcıh: Dağarcık kelimesinden mülhem, çobanların iş başındayken karınlarını doyurmak için gereken yiyecekleri koydukları keçe ve ya yünden omuzluklu torba.

Davunun Köki: Taun kelimesinden mülhem, veba benzeri hastalık. Bir ilenme sözü ve beddua biçimindede söylenir.

Day Durmak - Dayday Durmak - Tay Durmak: Yeni ayakta durmaya başlamak.

Debertmek - Depretmek: Yerinden oynatmak, karıp karıştırmak, kıpırdatmak.

Defe koymak - Tefe koymak: Bir sözü orada burada söyleyip durmak, bir söz, hareket ya da durumun dedikodusunu yapmak.

Degenek (deynek): Ağaçtan dalından yontulmuş, elde taşınan uzun, kısa, kalın ya da ince çubuk.

Degge: Dakika

Dehıl: dahil, iç.

Dellelemdeşt - Tellelemteşt etmek: Herkese duyurmak, Elaleme duyurmak. Duymayan kalmamışçasına duyurmak.

Dehre: Odun kesmek için kullanılan uç kısmı kıvrık demir araç. EL satırı ve nacak olarak ta kullanılır.

Devamsız: Düşüncesiz, aklına geleni söyleyen, sözünün yerini bilmeyen.

Devat: Davet kelimesinin yerel söyleme biçimi, davet etmek.

Deyin- Deyın - Sabağa deyın : Sabaha doğru, sabaha kadar

Dıbız: Kel, dazlak kafa. Tüysüz manasında açı henüz çıkmamış çocukları için de kullanılır.

Dıllımp - Dıllımpçi: Dıllımp kelimesi taın suya düşerken çıkardığı ses anlamına gelir. Suya taş atmaktan mülhem, boş işler yapmak manasında Dıllımpçi benzetmesi kullanılır.

Dıllo: Bir tür, boşgezen, serseri, boş konuşan kişi.

Dındıkhlamak- Dındıhlamak: Ağırdan almak, ağır hareket etmek, bir şeyle lüzumundan fazla uğraşmak, evirip çevirmek.

Dındırmak: Bir şeyi ciddiye almak, itibar vermek, kabul etmek,üstünde durup dinlemek. Ya da tersi biçimde ‘Beni niye dındırmisan…’ gibi

Dıngılamak: Sallamak, yerinden oynatmak manasına gelir, özellikle sallamak anlamında boşvermek, önemsememek.

Dıreş: Uzun

Dırlamak: Dinlemeye değer bulunmayan sözü nitelemek için hafifseyici, hakaret içeren söz.

Dızdığının Dızdıgi: Uzaktan uzağa hısımlık belirten ifade

Dızman: İri yarı, boylu, enli, çok iri yapılı.

Dıdısının Dıdısi: Ülke argosunda da yer alan, dolaşık biçimli uzaktan uzağa hısımlık manasına gelen kelime.

Dığa: Küçümser bir ifadeyle, hakaret anlamında çocuk.

Dibizot: Depozito, yerel söyleyiş.

Diyne: Dinle (Örnek: Hele beni bi diyne/ Hele beni bir dinle…)

Digir digir: İç Anadolu söyleminde bezelye tanesi anlamına gelen kelime, Erzurum’da tane, tane, en küçük parçaya ayrılmış analmında kullanılır. Digir digir olmak gibi…

Dikine: İnadına, bildiği gibi, alttan almaktan uzak biçimde konuşma ya da davranma.

Dilazarlık: Dil ile kavga etmek, biribirne karşı söylenip durmak.

Dildibeği: Habir konuşan, çokça konuşan, biteviye konuşan. Özellikle çokça ve tatlı tatlı konuşan çocuklar için sevimlilik ifadesi olarak da kullanılır.

Dıldıbız: Dıbız kelimesindeki kel, tüysüz’ü de az çok içeren bütünüyle kel, saçsız anlamında kullanılmakta olup, genel olarakl çıplak, çırılçıplak anlmında kullanılır. Her şeyini kaybederek orta yerde kalmak, ‘ Her şeyi elden gitti, dıldıbız ortada kaldı…’ gibi.

Diline virt etmek: Diline dolamak, hep aynı şeyi söyleyip durmak.

Dillemek:
 Kandırmak, kafaya almaya çalışmak.

Dindon:
 Şakınlığından ve olup bitenlerden ne yapacağını bilmemek.

Dincelmek: Dinlenmek

Dini Gollik: Gollik benzetmesi genel olarak kısa, bazı hallerde de zayıf manasına gelir. Dini Gollik, zayıf dinli, dini bilgisi ve dine karşı tavrı, bağlılığı kısa ve zayıf anlamında kullanılır.

Diş Hedigi: Diş çıkaran bebekler için düzenlenen küçük davette ikram eilen buğday, den hediği.

Döğmeç: Yumurta, yağ ve doğranmış ekmek parçalarından yapılan bir aş, yemek türü.

Doluhmak: Neredeyse ağlayacak gibi olmak.

Dönük: Bir kötüleme sıfatı. Dönmüş, başkalaşmış.

Döşürmek: Devşirip toplamak

Dummak: Suyun içine altına girmek, bütün vücuduyla suya dalmak. dalmak

Dümsük: Dirsekle  sertçe vurmak

Dünegin - Düneyin : Dün

Düğürçi - Dünürcü - Düngürci: Kız istemeye giden oğlan yakınları.

Düylemek: Düğümlemek, bağlamak

Düzibir: Dümdüz, Hiçbir yere ve şeye takılmadan ve durmadan, olduğu gibi.

 

E

Ebayi Ejdat - Ebayi Ecdat: Sülale, Soyağacı, tekmil akrabalar.

Ecayip- Ecayıp: Ecayip Gerayip: Acaip, tarifi güç, bir şeye benzemeyen, garip şey.

Ecuze - Acuze: Aciz, zavallı, çaresiz yaşlı kadın

Efendiemi: Bir hürmet ifadesi, yakın akrabadan büyüklere söylenir.

Efferım: Aferin

Egişbügüş:  Eğri büğrü

Ehdıbar:  İtibar

Ehlah, Ehlahsız: Ahlak, Ahlaksız

Ehı - Ehi – Ehe: En doğrusu H’ nin ve E’nin kalın okunuşuyla Ehe, bir yandan halim selim bir hali tarif ederken bir yandan da aklı başında olmayan, kendi halinde, saf davranışlı ve sessiz bir kabulle sevilen kimseler için söylenir.

Ehrebe - Ehruba : Akraba

Ehir zaman: Ahir zaman

Ehval: Ahval, Hal

El Kiri: Geçip gidici, fani, para için söylenir.

Elceh: Elcek, Eli korumak için ele takılan ya da alınan kanca gibi bir araç. Ayrıca  narin, kuvvetsiz, zayıf kadınlar için de bir betimleme olarak kullanılır.

Elhezer:  bir usanma ve pişmanlık ifadesi. Aman aman dercesine ‘Elaman’ etmek.

Elim Elim Epenek: Bir çocuk oyunu, kız çocuklarınca oynanır.

Ellem Gellem - Ellem gullem: Türlü tevir oyunlarla kandırmaya çalışmak. Oyunlar çevirmek.

Ellımın Kori: kökeni çok zengin olup, farsça ‘Ehlinin guru- goru’ndan Türkçe Elinin tersi – körü manasına da gelen, yerel ifadeyle ‘ ne bileyim ne..’ anlamında kullanılır.

Emenet:  Emanet

Emice: Amca

Enasir: köken, soy, asalet

Embele: Tam böyle, işte böyle

Er Evleden: Erkenden, daha öğlen olmadan.

Eşgeriye Çıhmah: Açığa çıkmak, Aleni biçimde görünmek, göstermek, Elem eşgere gibi…

Esgetek - Esgiketek - Eksiketek: Kadınlar için Şefkat içeren bir niteleme.

Eşgımah - Eşgimek: Yiyecek, içecek şeyler için bayatlama ifade eden söz. Kinayeli biçimde bir yerde çokça kalan, çokça oturan, lüzumsuzca yerleşen kişiler için söylenir. ‘Eyce Eşgidın haa..’

Eşgın: Doğu Anadoluya ve özellikle Erzurum’a has, kırlık yerlerde yetişir. Üzerindeki kabuğu soyularak ve çiğ olarak yenir. Bilimsel adı ‘Reun Ribes’ olup oldukça şifalı bir bitkidir.

Eşgına: Aşkına, Aşkının hatırına. Allah Eşgına gibi…

Esirmek: Aklını kaybedecek kadar olmak, kızgınlık zamanlarında insanın içine girdiği hal için söylenir.

Essah: Sahi, Essahmi: Sahimi?, Gerçekten mi?

Evden Uşahlar: Bir edep ifadesi, özellikle büyüklerin yanında hane halkından ve evin hanımından söz edilirken böyle söylenir.

Evladi eyal: Çoluk çocuk, Hane halkı, Eş ve Çocuklar için kullanılır.

Evle: Öğlen  vakti.

Evmek: Acele etmek, Çabuk davranmak.

Evel: Evvel, önce, ilkin

Eyhseri: Ekseri, Ekseriyen, Her zaman olduğu gibi.

Eymeg: Ekmek, Nimet

Ezazil: Şeytan, Gözü dönmüş kızgın, vurucu kırıcı

Eze: Teyze.

Eze Gurban: Teyze kurban, ‘Teyzen sene kurban ola.. gibi.

 

F

Fenikmek: Velvele çıkarmak, ortalığı telaşlandırmak

Fetbaz: Oyunbaz, hilebaz, düzenbaz kişi

Fetır - Fetir: Bazlama’nın Erzurum’da yapılan biçimi. Mayasız hamurdan yağlı ya da yağsız olarak sac üzerinde yapılan ir çeşit ekmek. Fetır Somuni.

Fıkgılamah: İçten içe yaya yaya gülmek.

Fırfırik - Fıffırik: Topaç

Fıri-fısi Yenmek: Siniri, kızgınlığı geçmek, sakinleşmek.

Fırlanmah:  Bir biçimde aynı yerde ve aynı biçimde dolanıp durmak.

Fırtığ - Fırtıh: Sümük, Grip ve nezle zamanlarında burundan gelen akıntı.

Fıs: Boş, Havası alınmış.

Fırsand – Fırsant : Fırsat

Fısalmak: Havası boşalmak, sünüp kalmak. Bazı hallerde çokça övünen ve övünüşü boşa çıkan kişiler için de söylenir.

Fısdiyhlamah – Fıstiklemek: Huysuzluk çıkarmak, vazgeçmek, bir bahane ile karar verilen işi yarıda bırakarak geri çekilmek.

Fıs-fıs:  Fiskos konuşmak

Fışkı: At dışkısı, basit ve anlamsız söz ve davranışları hafifsemek için de söylenir, ‘Bu ne fışkıdır…’ gibi..

Fıhfıhlar: Meşhur Abdurrahman Gazi Türbe yolunda bir zamanların gözeleriyle ünlü dinlenme ve sayfiye yeri. H. Harfi kalın söylenir.

Foturaf: Fotoğraf, resim

Fuggara - Fihere : Fakir

Fühere-fıhere: Fakir,fukara. Bazı hallerde sessiz, sedasız, kimsenin işine karışmayan gaiban kişiler içinde şefkat içerikli bir niteleme olarak kullanılır. ‘Avu fıhereden kime ne zerar gelmış ki…’ gibi

 

G-Ğ

Gaçınci – Gaça Satirsen, Gaştan Verisen: Kaçıncı, Kaça Satıyorsun, Kaça Veriyorsun

Gafa Gola Almah: Kandırmak, Kafalamak, istenilen hale sokmak.

Gafaf:  Kavafiye, kundura esnafı için söylenir.

Gagkılamak: Yüksek sesle kahkaha atarak gülmek

Gamo-Kamo: Kibirli, Övüngeç, Burnu büyük kişiler için söylenir.

Ganayahli: Kadınlar için söylenen şefkat ve küçümseme içeren bir niteleme.

Gancıh: Köpeğin dişisi, Dişi Köpek.

Gangıran: Kangren

Garagura: Kabus görmek.

Gardaş: Kardeş, bir yakınlık ifadesi olarak yakın arkadaşlar ve hatta başka insanlara karşı söylendiğinde de köklü bir yakınlık kurma gayesi anlaşılır.

Gargış: Kargış, Beddua, İlenme.

Gariağız: Kılıbık erkekler için kullanılır, karısının sözünden çıkmayan.

Garılıhli – Garılıhsız: Kadınlarda becerikli, marifetli, elinden iş gelir manasında bir övgü sözü.

Garlanguş: Kırlangıç’tan mülhem tavan, çatı, dam örtüsü. Eski Erzurum evlerinde genellikle tandırın olduğu bölümde tandırbaşının çatı kısmı kırlangıç yuvası şeklinde çaprazlama ağaçlarla örülerek yapılır. Yedi kat bindirmeli olarak inşa edilen bu örtünün Hacı bektaş’tan mülhem göğün yedi katına işaret ettiği söylenir.

Gattere- Gettere: Uzun , büyük ve enli bıçak.

Gehvealti: Kahvaltı. Bundan başka günü başka zamanlarında da kahveden önce atıştırılan basit ve kısa yemek.

Gelberi:  Uzanılması zor biçimde uzak ve yüksek yerlerden bir şeyleri çekip yakına getirmek için kullanılan geniş ve açık ağızlı ev eşyası.

Galleş,Gelleş:  Kalleş, güvenilmez, adam satan kişiler için kullanılır.

Gem-gesevet : Hüzün, gam, dert, sıkıntı

Gendıl - Gendilli: Kandil. Bazı hallerde gösterişli hal ve kıyafetler içinde kullanılır.

Geder- Gedder: Kadar

Geher - Geherlenmeh : Kahır, Üzüntü, Kahırlanmak

Gelah gidah: Gelelim, gidelim

Genevüçe: Kanaviçe

Gendi gendıme: Kendi kendime, bir başıma

Gevülleşmah: Kavilleşmek, aralarında anlaşmak, sözleşip karar vermek.

Gevüşek: Gevşek, tam tutturulamamış. Bazı hallerde bazı karakter zayıflıkları için de kullanılır. ‘Sözüne gevüşek, beline gevüşek…’ gibi…

Geyde: Kaide anlamına gelse de çoğumlukla bir müzik terimi olarak kullanmak yoluyla pek çok hal ve hareketin armoni ve ritmini belirtmek için kullanılır.

Gıcıtmah: Ülke genelinde kar ve yağmurun biribirine karışarak yapması anlamına gelse de, genellikle kızgınlık anlarında yakasından tutup evire çevire dövmek, ütüler, çevire çevire döver ezer gibi yapmak anlamında kullanılır.

Gıdık - Gıdik: Keçi yavrusu

Gıdım Gıdım:  ufak ufak, azar azar.

Gıdır Gıdır Olmah: Hırsından, sinirinden içi içini yemek, içten içe burulmak.

Gıgıl: Davar dışkısı.

Gığıldatmah:  küçük çocukları,bebekleri güldürmek, bebeklerin gülerken çıkardıkları en doğal ses.

Gıgıllı, gıgılli: kirli, temiz olmayan manasına gelir.

Gıkgır Gıkgır: Kakır, kakır, ölçüsüzce, göze batacak kadar hoş olmayan biçimde gülmek.

Gıkgırık, Gıggırik Kesilmek:  Soğıktan donmaya yüz tutmak. Elini ayağını oynatamayacak kadar üşümek.

Gılik: Bazı hallerde davar dışkısı manasına da kullanılıyor olsa da, daha çok yassıltılarak yuvarlanmış, yuvarlak hale getirilmiş manasında kullanılır.

Gıliko: Görüntü olarak mantıyı andıran, içinde et olmayan, sarımsaklı yoğurt, kızgın yağ ve özel bir sosla birlikte yenilen Erzurum’a has bulgur köftesi.

Gılt: Üst veya alt taraf, üst veya alt yan, başgılti, ayahgılti…gibi

Gımba: Takla

Gımıl Olmah: Kımıl - gımıl zararlısından mülhem, bir olay veya konu hakkında rahatsız edici , bozucu bir unsur ya da kişi olmak.

Gımıldamah, Gımılamah: Kıpırdamak

Gıncıtmah : Gıcıtmaktan mülhem, daha fazlaca ezip dökmek, burmak, dövmek.

Gındıllamah-Gındıllamak: Yuvarlamak

Gındıllig – Gındıllik – Gındıllık: Çember, Yuvarlak, Çocuk oyunu

Gırdaba Koymak: canından bezdirmek, ziyadesiyle sıkıntıya sokmak, sıkıştırmak, zorlamak.

Gırdi gaşdi: Vurdu kırdı gibi, arbede karışıklık çıkararak, kırıp dökerek çıkıp gitmek, kaçmak.

Gırgıt: Cimri, nekes

Gırhlara Garışmah: Kırklara karışmak. Kinaye biçiminde uzun zamandır ortalıkta görünmeyen kişilere denir.

Gırığı Olmak: saklı gizlisi olmak. Bir kusuru olmak.

Gıssa: Kısa

Gıssa-Galın: Bodur

Gıssır: Kısır, verimsiz.

Gıbde Etmah: Gıpta etmek, Takdir etmek

Gız Uşaği : Kız çocuğunun karşılığı olarak kullanılır.

Gocik: Gocuk, Kışın giyilen paltoya rağmen daha kısa giysi.

Godida Beşe: Kış aylarında sokakları gezerek satılan patlamış mısır için söylenen meşhur söz. Godi beşe ise patlamış mısır anlamına gelir.

Göggeçemen - Gögkeçemen:  Kertenkele, Gög ifadesiyle zehirli ve yeşil kertenkele.

Göğ Peynir- Gögermiş Peynir : Civil Peynirin bekletilerek zamanla yeşillenmesi ve daha farklı bir aroma ile zenginleşmesi.

Gögerçin: Güvercin

Gogum: Tomurcuk, Yeni oluşmaya başlayan dal, çiçek.

Gogor - Gogur: Aşırı kir, kir üstüne kir birikerek oluşan temizlenmesi güç kir topluluğu.

Gohulamah: Koklamak, az bir şey nasiplenmek.

Gokkuzlanmak - Gokgozlanmah : Kafa Tutmak, Horozlanmak.

Gollamah: İzlemek, beklemek, başka bir anlamda koruyup kollamak.

Gollik: Kısa, kesik, ufak yuvarlak.

Gombosdi: Komposto

Gonşuluhli: Komşuluğu güzel olan, iyi komşu.

Goran - Gorran:  Çirkince iri yarı, çok büyük, korkutucu, ürkütücü derecede kaba ve iri.

Gorbagor: Kötü ruhlu birinin kötü biçimde ve kötü olarak, sürünerek ölmesi. Ardından kötü konuşulan ölü. Ölünün ardından kötü konuşmak.

Göresmek: Özlemek

Gözünün Gurduni Gırmah: Gözünü korkutmak, Muhtemelen bela olacak birini önceden hal ve hareketlerle sindirmek.

Gravli: Yeni ütülenmiş, yeni matbaadan çıkmış para gibi, Havalı, aşınmamış, taze

Gubbani - Gubani: Kurban olduğum, Kurban olayım manasına kişiyi kendine has kılan övgü ve yakınlık içeren söz.

Gucah: Kucak

Gucur: Kısa boylu, Cüce manasına kullanılmıştır.

Gudik: Köpek yavrusu, enik

Gudul: Bir tür toprak kap

Guguli Gu Demek: Horozum ötmesinden mülhem, ne acelen var manasına, bu ne acele…gibi

Gulaği Kesig: Kulağı kesik yaşlı köpeklerden yola çıkarak, sen eskisin demek manasına. Çok şey bildiği, çok şeye şahit olduğu ve ya çok şeyden haberdar olduğu düşünülenlere söylenen bir niteleme. Fakat bu biçimin bu manada rastgele yerde kullanımlamsının sakıncasını da ifade etmek gerekiyor. Birisine yaşından ve tecrübesinden dolayı böyle söylemek övgüden çok hakaret niteliğindedir.

Gulah Vermah: Kimi zaman açıktan açığa kim zaman sessiz ve gizli biçimde birini dikkatle dinlemek.

Gultarmah: Kurtarmak.

Guppuz - Gumbuz: Yumruk, Bütün omuzla birlikte vurmak.

Gurcalamah - Gurdalamah: Kurcalamak, söküp ayırmak, karıştırmak.

Gurguşun: Kurşun

Guri Eyhmeg: Kuru Ekmek olduğu gibi, sadece ekmek manasına da gelir.

Guri Galabalıh: Boşuna ve ilgisiz kalabalık.

Gurna: Kurna

Gursak: Kursak : Boğaz veya mide yerine kullanılsa da daha derin manada manevi doygunluk veya açlığın yeri olarak ta kullanılır.

Gurumlanmah: Şişinip, kabarmak. Kurum kurum olmak.

Guş Südi: Kuş Sütü, kolay bulunmaz şey

Guşgana: Tencere, Daha çok büyük tencere

Güvegi: Güvey, Damat

Guyi: Kuyu

Guylamah: Derine gömmek, ölüyü defnetmek, kazarak bir yere gömüp, örtüp saklamak.

Guymah: Un, Peynir, daha çok çivil peynir ve tereyağı ile yapılan kahvaltılık yemek.

Guzi, Guzuluh: Kuzu, Kuzuluk

Guzzuk - Guzzik - Guzik : Kambur

Guzlamah - Guzulamak: Kuzulamaktan üretilmiş, özellikle küçükbaş hayvanlar için doğurmak, yavrulamak manasına gelir. Öte yandan yöresel manada çok konuşan ve yalan uydurduğundan şüpheli olunan kişilerin bu huyu için söylenen atıp tutmak anlamında da kullanılır.

Ğeyz: Gayız, Hayıf, Kin

H

Habıra: Habire, her zaman, sürekli biçimde.

Hacat: Alet, edevat

Hama – Hama hama: Hemen hemen

Hapan: Hal, Sebze, meyve toptan satış yeri.

Harmut – Harmıt: Suyu sıcağını ayarlamak, ılıcaklaştırma.

Hay etmek:  Hayhaylamak, bir anda yerinden fırlamak, Ayağa kalkmak, ani hareket etmek.

Haydinin:  haydi hep birlikte, hep beraber.

Hay, haya gahmak, haylanmah: Bir anda ayaklanmak, hareketlenmek

Hay gidi: Hey gidi

Hecillenmek: Mahcup olmak, utanacak kadar büyük bir kusur neticesinde olmasa da, bir kusur, bir noksan sonucunda mahcubiyet duymak

Herısıne – Herisine: Her birisine

Helbet – Hebet: Elbette, Tabi

Hefle, Helfe : Kalfa

Hefle: Kalfa. Medrese eğitiminde hoca ile talebe arasındaki kişi, daha yakın hoca, birinin ustalığa yakın olduğunu ifade etmek için de söylenen güdüleyici nitelendirme.

Heflenmah: Bir durum karşısında ürpermek. Yarı korku içinde olmak.

Hegget- Heggeten:   Hakikat, Hakikaten, Gerçek.

Hekât:  Hikaye

Hekâtçı: Hikaye anlatıcılığı, Erzurum’da en bilinen hikayeci: Hekatçı Behçet Emi.

Helelik:  Şimdilik, Halihazırda, Şu durumda.

Hemetçik- Hemeççik: Bez bebek, Kız çocukları için evde, elde yapılan oyuncak. Bazı hallerde ise ufak tefek, zayıf, ince yapılı kadınlar ve özellikle genç kızlar içinde nazire biçiminde söylenir.

Henek:  Şaka, Alaylı biçimde konuşma.

Hepenk:  Kepenk

Heral – Heralım: Herhalde, belki de anlamında kullanılır.

Herfene – Herefene: Ortaklaşa Kır eğlencesi.

Herg- Hergetmah: Daha önce sürülerek nadasa koyulmuş tarlayı tekraren sürmek. Tekrarlanan ve emek verilen herhangi bir iş için de kullanıldığı bilinmektedir.

Herslenmah: Sinirlenmek, kızmak.

Hetircek: Tandır üzerine tencere koymaya yarayan, çeşitli biçimde olan demir alet.

Hıbar: küçük taş parçası. Duvarlarda esas taşlar arasına konulan taş parçası.

Hılezlik: Basit, özensiz, bakımsız eşya. Bazı hallerde beceriksiz, özensiz kişiler içinde kullanılır.

Hıncıhamur: Alabildiğine yorgun, dövülmüş kadar yorgun.

Hıncolmah : Çok çok yorulmak, çok dövülmek

Hıngel: Mantının yerel adı. Mantıdan daha büyükçe yapılan etli hamur işi yemek.

Hınik - Hımik: Sümük, Burun akıntısı

Hırambekeşan: Zar zor hallederek, kavga gürültü ile anlaşarak yapıp etmek.

Hırhındilik: Maydanoz benzeri bir bitki, Lüzumsuzluktan bahisle rastgele işler ve bu işlerle uğraşan liyakatsiz kişiler için kullanılır.

Hırhız: Hırsız

Hırtlik: Gırtlak

Hışım: Kızgınlık, Sinir, Hışım

Hızan: Görmemiş,  görgüsüz, cimri, adet yordam bilmeyen

Hızzek: Kızak

Hodak: Çoban yardımcısı, küçükbaş hayvan otlatıcısı.

Hollaçelik : Çocuk ve yetişkin oyunu.

Holliklamak: fırlatıp atmak, kaldırıp atmak.

Hotulamak: Kötülemek, bir türlü sevememek.

Hozan: Bir zamandır işlenmemiş, çorak bırakılmış, ot bitmeyen yer. Bir tamlama olarak ‘Hozan Tilkisi’ ifadesi meşhurdur. 

Huddemli: Metafizik anlamda görünmeyen  varlıklarla ilişkisi olan, cinleri olan anlamında kullanılır. Hüddam: Huddem, Huddemli kişiler…


I - İ

İcigini, bicigini: Icığını, cıcığını anlamında, ince detayına kadar sormak, sorgulamak.

İngilemah - İngildamah: İnlemek, sızım sızım sızlamak.

İbdın- İbdin etmek:  Ezberine almak, hep alışkanlık haline getirmek.

İnnah – İnnağ : Anlayış, Zeka.

  
İssınmah: Isınmak

İssi: Sıcak

İsbırt: İspirto

İlıcah – İlicah : Ilık, yarı yarıya sıcak

İlan : Yılan

Işşıh: Işık

İsgemi – İskemiye : iskemle

İttibitti: Saklambaç Oyunu

 

J: (*) J harfi daha çok kelime içinde kullanıldığından, kelime içinde kullanımlar alınmıştır.

Gej galmah: Geç kalmak, gecikmek

Haja getmah: Hacc etmek

Ejdad – Ejdat – Ebayi Ejdat : Ecdat, Atalar, Cet, Ebayi Ecdat

Hijret: Hicret, Göç

Mejma – Mejmaa: Mecmua, Dergi

Tejrübe : Tecrübe

Üjret: Ücret, bedel

Vijdan: Vicdan

 

K

Kadıyoran: Avukat

Kafter - Kafdır- Kefdar- Kafder: Kötü ve çirkin biçimde yaşlanmış. Bazı yaşlı kişiler için kötüleme sıfatı olarak kullanılır.

Kakart : Kuşlarda Gaga, Kuş gagası.

Kakkirik - Kakkırik Kesilmek: Donmaya yüz tutacak kadar üşümek.

Kalak - Galah: Tezet Yığını, şekilli biçimde üst üste dizilerek toplanmış tezek yığını.

Kalik: Eskimiş ayakkabı.

Kalik Ağız: Lüzumsuzca konuşan, büyük ağızlı, boş ve büyük laflar eden kişiler için kötüleme sıfatı olarak kullanılır.

Kalikman: Çokça gezip dolaşan, oradan oraya lüzumsuzca gezip dolaşan.

Kamo - Gamo: Kibirli, üstten bakan, burnu büyük kişiler için kullanılan kötüleme sıfatı.

Kargışlama- Gargış Etmek: Beddua Etmek.

Kartol : Patatesin Erzurum ağzı ile söylenen meşhur adı.

Kaysefe: Kuru kayısıdan elde edilen tatlı ya da ekşi kaysı kurusu – Aşma dan yapılan yağlı tatlı.

Kellegoz: Bazı kişiler arasındaki sürekli tartışma hali, geçinememe, inatlaşıp durma.

Kenkül - Kenkil: Kahkül, Saçın ön ya da yan taraflarında kalan ve ya bırakılan saç tutamı.

Keran: Kalın ağaçlarla yapılmış ahşap tavan.

Kıh: Pis, kirlenmiş, Pisliğe bulanmış.

Kındıllanmak – Gındıllanmak: Yuvarlanmak.

Kınımıni: Çok samimi sohbet, çok yakın konuşma, özellikle nişanlılar, yeni evliler arasındaki her türden yakınlık.

Kırgıt – Gırgıt: cimri, nekes.

Kırklamak: Döne döne yıkamak, temizlemek, bezdirircesine aklayıp paklamak.

Kırman dönmek: Acıdan ya da aceleden dolayı adeta sürünmek, yerinde duramamak, dönenip durmak.

Kirnel: Baştan anlaşılmış ortak arkadaş sohbeti.

Kırtik: Azalmış bit meye yüz tutmuş sabun ya da ekmek parçası. Azıcık kalmış parça.

Kirva - Kivra: Kirve

Kısdik- Kısa boylu, bastı bacak anlamında, içilip bitirilmiş sigaranın kalanı.

Kıskılamak: Köpekleri harekete geçirmek için söylenen söz, ‘kıs, kıs, kıs…’ gibi…

Kişmiş: Kuru üzüm

Kıtlamak: Isırmak

Kızırik: Çok fazla yanmış, kızirik olmuş. Ayrıca çok soğuk zamanlar içinde söylenir. Dondum, kızirik oldum…gibi

Koddo – Kotdo: Kısa boylu, kalın yapılı, acar, toraman. Daha çok genç erkekler ve çocuklar için söylenen sevimli bir ifade.

Kofik: Erzurum kadın barlarında başa giyilen, gümüş ve altın paralarla süslenmiş örtü.

Kokoç: Eskimiş süpürgenin kalan kısa kısmı.  Bazı hallerde el ve kollardaki küçük kusurlar içinde benzetme olarak söylenir.

Kokor:  Çok çirkin, masalsı korkunç yaratık.

Kom: Küçük baş hayvan barınağı, Davar komu

Kopça: Düğme

Kor Izan - Kör İzan: Anlayışı, kestirişi kıt olan

Kori yara Sıhtırmak: Daralmış, sıkılmış, bunalmış insanı daha bir sıkıştırmak. Çaresini kesmek.

Korlamah: Gizleyip, saklamak, sarıp sarmalamak.

Körpi: Köprü, geçit

Korpuç olmak: Eli ayağı tutmayacak ölçüde üşümek, soğukla ilgili bir tamlama.

Kortumuş – Hortumuş: Eskimiş, zamanı geçmiş, Yaşlanmış, Geçmişte kalmış. Farklı bir biçimde Kortum Senesi, Hortum senesinden kalma..gibi…

Korukturmak: Gözünü korkutmak, cesaretini kırmak anlamında kullanılır.

Köynek: Daha çok İç Gömleği için kullanılsa da, Gömlek manasında da kullanılır.

Kucur: Kısa boylu, Cüce kadar olmasa da cüceye yakın boyda.

Küd: Kud kelime kökeninden gelir. Yürüyemeyen, yürüme yeteneği olmayacak kadar alil, hastalıklı. Beddua biçiminde de kullanıldığı vakidir. ‘Seni küd olasan…’ gibi…

Kudüm: Uğur, uğurlu, kudümlü anlamında kullanılır.

Kuvatır: Guatr

Kütürüm: Kötürüm

Külek: Su kovası, Demir ya da ağaçtan yapılma kova.

Kullik: Başa giyilen kalın örme başlık.

Künt: Ekmek, börek, kete, çörek vs. için ebadı kendince belirlenen hamur topu.

Kurik: Eşek yavrusu.

Kurun:  Çeşmeleri önündeki tekne, yalak.

Kuylamak: Gömmek, Eşerek yerleştirip üstünü örterek saklamak.

Kuymah - Guymah: Yağ, un ve peynir le yapılan yöresel kahvaltılık, yemek.

Kuzzik: Kambur

Köw- Köwli : Köy, Köylü

Kotes: Kodes, Mahpushane

 

L

Lazıt - Lazut: Mısır

Lebbik, Leppik: Düz biçimli küçük taş.

Lazım deyil: Artık gerek yok, lüzumu yok

Lasdiyh – Lasdig : Lastik

Lebbız: Ezilmiş, yassılmış, yassıltılmış.

Leçek: Beyaz renkli baş ve yüz örtüsü. Beyaz leçekler.

Lehlemek: Yorulmak, kavgadan, uzun uzun yürümekten ya da çok fazla ağırlık taşımaktan yorularak düşüp kalmak.

Leht, Lehd: Lahit, Mezar

 

M

Mahana, Mahna: Bahane

Mahat: Genellikle sağlam ahşaptan basitçe yapılan ve üzeri .eşitli, kalın, yünlü örtülerle, yastıklarla beslenmiş kanepe biçiminde ve daha uzun, kısa ya da daha geniş ya da dar oturma yeri.

Malamat etmek: Rezil rüsva etmek, melamet kökeninden.

Malğata: Maksatlı biçimde kuru gürültü çıkarmak, Kaba gürültü.

Mangıldamak: Manda gibi ses çıkarmak. Kaba kaba bağırmak, seslenmek.

Maşapa - Marşapa: Maşraba, Maşrapa, ne küçük ne de büyük, demir, ahşap ya da naylondan su kabı.

Mazanni: Geçmişi ve şimdisi itibariyle kuşukulu halleri olan, şüphe duyulan, güven vermeyen.

Ma’asara- Mahasara : Muhasara, Kuşatma

Ma’aggah –Maggah: Muhakkak, Kesinlikle

Mayene- Meeyene: Muayene, Tedavi

Medder: Muhtaç kalan

Mehle: Mahalle

Meellım – Mellım : Öğretmen

Me’efeze:  Muhafaza, Koruma

Mehel: Süre, zaman

Mehnetli: Mihnetli, lüzumsuzca bir bedele mal olan. Minnet – Mihnet kökeninden.

Mıhat Olmah, Muhat Olmah: Sahip Çıkmak, Korumak.

Mıllıhci – Mıllıhçı: Dalkavuk, yaranmaya çalışan, bir diğer Erzurum sözü İle ‘omo’ luk eden.

Miltan: Mintan, Gömlek.

Mıncımak: Ekşiyip, kabarmak, bayatlamak, kokmaya başlamak. Bir yerde lüzumundan fazla kalanlar – oyalananlar içinde kullanılmıştır.

Mırdar: Murdar kökeninden, Pis.

Mire: Aşık oyununda aşığı düz olan yüzeyi.

Mırtlamak: Lüzumsuz yere aniden ve münasebetsiz biçimde kısaca konuşmak.

Mısmar: Genellikle dış ya da iç kısımlarda büyük kütükleri ya da ağaç kapı, söve, kapak vs. yi tutturmak için kullanılan büyük başlı, uzun ve kalın çivi. Sağlamca yapmak anlamında ‘Mısmarlamak…’ gibi…

Mitil: Yorgan, yorganın genellikle iyice çırpılıp tarazlanarak yayılıp dokunmuş iç kısmı.

Mıtırıf: Cimri, Eli cebine gitmeyen, nekes.

Mırat: Murat, Emel, Hedef, Gaye, Heves

Modullamak:  Büyükbaş hayvanları dürtmek için kullanılan ucu sivriltilmiş değenek parçası ile dürtmekten mülhem, kışkırtmak, uyandırmak, rahatsız etmek…

Mökgem –Mökkem: Muhkem kökünden, Sağlam, kuvvetli.

Mozig - Mozik: Yeni gelişmeye başlamış, epeyce gelişmiş, danalık zamanını yaşayan sığır.

Mugallit: Taklid eden kökeninden, neşeli ve şakacı kişi.

Mup Durmah: Bir nevi dimdik durmak, askerlikteki ‘hazır ol…’ duruşuna , ‘esas duruşa nazire yapan dik durma biçimi.

Müzüge- Müzüga: Mızıka, Çalgı

Müsürlük : Hayvan yemliği

 

N

Nahır: Hayvan sürüsü, hayvan topluluğu

Nanca: Ne kadar. ‘Bu nanca şeker…’ gibi, çokluk ya da azlık ifade eden miktar betimlemesi.

Neydeh- Neydah: Ne yapalım, Ne Edelim

Nemhor-Nemkor- Nankor: Nankör, kıymet bilmeyen.

Nıhız - Nıhıs: Cimri, Pinti.

Nicoldi- Nicolmuş: Nereye gitti, Hani nerede

 

O, Ö

Ohlavi : Oklava

Ohi – Ohu – Ohumah: Oku, okumak. Ayrıca avusunlamak / efsunlamak,  esenlik, başarı, emniyet ve korunmak için ayet okumak anlamında da kullanılır

Ola, Oliyo, Oliyov: Ula, samimi topluluğa ya da samimim bir kişiye seslenirken ula, ulan, lan kelimeleri  yerine kullanılır. ‘ Ola uşahlar, hele bahın…gibi…

Omo - Omoluk: Yaranan kişi, yağcılık eden, abartarak öven. Bk: Mıllıhçi.

Oncuğaz – Onculah – Onculuh- Oncucuh: O kadarcık, o kadar az, o kadar küçük vs…

Orta Tarlanın Tohumi: Ayrıcalıklı, Torpilli, Kayırılan, Korunan kişiler için kullanılır.

Ortalığın Hesdeligi: Erzurum’da her mevsime, her zamana göre değişen, hemen herkese değişip bulaşan ve bir biçimde atlatılan genel hastalık teşhisi. Grip, nezle gibi bir şey..

Osgor: Rüşvet, kirli para, pis para.

Otarmak: Büyük ya da küçükbaş hayvan otlatmak. Nazire olarak birilerini kandırmak üzere oyalamak, ucuz oyunlar kurmak, mış gibi yapmak. ‘Sen kimi otarisan…’ gibi…

Oynah: Oynak, kımıl, kımıl, ayartıcı. Bir başka anlamda pek güvenilmeyen, güven vermeyen. Oyuna hevesli.

Ög, Ögey: Öz, Üvey

Ögüdi Yuvadan Almah: En baştan tembihli, kolay kandırılamayan ya da ikna edilemeyen.

Ögünde Ölim: Birini bir şeye ikna etmek anlamında onu övmek ve bağlılık bildirmek üzere söylenmiş, içtenlik ve samimiyet bildiren abartılı söz.

Ön Vermah: Şımartmak, öncülük tanımak, arkasında durmak, ayrıcalık vermek.

Örtesi : Ertesi

Övle - Evle: Öğlen vakti, Öğlen zamanı. ‘Evle namazi…’gibi…

Övleleyin, Evleleyin:  Öğlene doğru

 

P

Pahıl: Çekememek, gözü götürmemek, bir nevi kıskanmak. Aslında değer verdiği halde değer vermiyormuş gibi davranmak…

Paç - Paaç -Pağaç – Pağaça: Yağlı hamur pişirilip doğrandıktan sonra üstüne sarmısaklı yoğurt ve yağ dökülerek yapılan bir çeşit hamur işi, Poğaça ile benzerlik gösterir.

Pahlava: Baklava

Palıt: Sert ve yuvarlak biçimli odun parçası.

Papel: Eski zamanlarda kutu ön ve arka kapaklarından destelenmiş kağıtlarla oynan çocuk oyunu. Daha başka bir anlamda iskambil gibi bir oyun. Geniş anlamda ise paraya dair bir tabir.

Parhaç: Bakraç, genellikle bakır ya da başka bir metalden yapılmış bakraç. ‘Bir parhaç yoğurt…’ gibi…

Parpılamak: Sert biçimde nasihat etmek, paylayıp azarlamak.

Part: Çirkin iri karın, kabaca çokça tükürük vs. gibi…

Payhırmak – Payhurmak: Asabi biçimde ağzından tükürükler saçarak bağırmak, haykırmak.

Payton: Fayton

Pazvant: Pazubent

Perk: Sert, Sıkı, Çok sert. Pek kökünden.

Pesent etmek: Takdir etmek, Övgü ile davranmak.

Peşhun: Küçük yuvarlak tahta sofra.

Pıskırmak: Hapşırmak.

Poletika: Politika

Poles: Polis

Poççik: Kuyruk, en sonda olan. Bar’da en sonda bar tutan barcının durduğu yere de denilir.

Pöhrenk: Suyun içinde aktığı boru, Eski zamanlarda ağaçtan, sonralarda demirden yapılan su borusu.

Polim - Polüm: Bıçkın tavır, rol yapmak, rol kesmek.

Popul - Popol: Daha çok kız çocuklarının giydiği naylon ayakkabı. Çocuk ayakkabısı.

Pottik: Kısa boylu, hafif topluca.

Pungar: Çeşme

Pürçikli - Purçikli: Havuç

Puşta: Tomruktan biçilen ince yan tahta.

Püsküvüt – Püsgüvüt – Püskülüt: Bisküvi

 

R

Rabiteli: Rabıtalı. Düzgün, sağlam tutturulmuş.

Rapata: Hamur ya da yufkayı – özellikle lavaş ekmek yapılırken- tandıra yapıştırmak için kullanılan örgülü, destekli araç. Tandır malzemesi.

Razılıh : Razı olmak, rızasını almak.

Reşber - Rençber : Çiftçi

Rehmet : Rahmet

Rız: Irz, Namus

Römorh - Romuh : Römork

 

S, Ş

Saçı - Saçi: Düğünlerde hediye

Sabahleyin: Sabaha doğru

Sako: Kalın, kaba palto.

Sançmak: Yılan gibi sokmak, diliyle zehirlemek, sözle vurmak, zehir gibi acıtmak.

Segirtmek: Koşmak, Koşturmak

Sehevet – Sehavet: Cömertlik, Genişlik

Seki: Divan. Sırt ve arka tarafları halı yastıklarla desteklenmiş oturma yeri.

Sevayil- Sevahil: Sahil, Deniz meleketi. İklimi yumuşak yerler için de kullanılır. ‘Sevahil – Sevayil memleket..’ gibi…

Sıhlamah - Sıklamak: Dikkatlice bakmak. Tanımaya çalışarak bakmak.

Sımarlamah: Ismarlamak

Sılıh - Sılık: Islık

Sinor : Sınır

Sırtarmah: Sırıtmak.

Sösüret - Sössüret: Çirkin yüzlü, Kılıksız, tipsiz.

Südli: Sütlaç

Soharıç - Sugarış : Yemek yapılmadan önce hazırlanan soğan yağ karışımı ön sos.

Sora : Sonra

Şikaat : Şikayet

Şert, Şert Etmah : Şart, Şart Etmek

Şefehet : Şefaat

Şeceet – Şecet : Şecaat, Kahramanlık, Yüreklilik

Şamlamak: Kandırmaya çalışmak, güzel sözlerle yola getirmek.

Supara : Kur’an kursunda ‘Elifba’ kitabı.

Sürecek: Harfleri takip için süslü kağıtlardan yapılmış elif biçimli, şekilli kağıt ya da karton parçası. Erzurum işi ‘Origami – Kağıt katlama’ çalışması.

Susazmak – Susuzmak: Susamak.

Suvarmak: Hayvanları suya götürmek, ıslık eşliğinde hayvanlara su içirmek.

Şergada – Şergede: Belalı, Sırnaşık.

Şegirt: Çırak

Şığva: Taze, sergen, genç, düz fidan boylu.

Şile: Pirinç ya da özellikle bulgur kaynatılarak patatesle birlikte yapılan yemek. Kartol Şilesi.

Şılletmek: Suyunu çıkarmak, Ciddiyetini bozmak, Sululaşmak.

Şilopa - Şıloppa - Şılıppo: Karla beraber yağmur, Sulusepken.

Şıragal - Şıragan-Şaragall: Karışık, düzensiz okumak, yazmak gibi karışık düzensiz şarkı ,türkü söylemek.

Şişmek: Kabarmak, Övünmek, şişinmek.

Şoğurt: Ağızdan, dudaktan, dudak kenarlarından akan salya, Ağızdan akan su.

Şor: Tuzlu

Şoşartmah - Şoşartmak: Abartarak, alabildiğine şişirerek anlatmak, konuşmak.

Şum: Şum Kurmak, önyargılı biçimde olumsuz düşünceler içine girerek, kötücül düşünmek. Evhamlı davranmak.

Şurt: Tandırın kenarı

 

T

Tan etmek: Ölçüsüzce kınamak, sadece duyup işittiğince kötülemek, hakaretamiz konuşmak.

Tanko: Sosyete

Tatari: Az Pişmiş, sulu, sulu.

Tavtav –Tavv – Tevv: Çok görme nidası, ‘ hele hele…’ yapıp etmiş de, olmuş bitmişte… gibi,.

Teheze: Bozuk, onarıma muhtaç, kırık dökük, hemen bozulmaya meyyal.

Teh-Tey: Sevinç bildirme ünlemi

Tekmik- Tekmig- Tehmik, Teyhmig: Tekme, tekme atmak, tekmelemek.

Telesmek: Yorulmak, tıkanmak, hızlı hızlı nefes almaya başlamak.

 Telğın – Telhın - Telhin: Telkin, Hatırlatmak, Bildirmek

Telek - Teleh : Kuş kanadının uç kısımları, kanattan farklı olarak kalınca tüy

Tentene: Oya, dantel, ince iğne işleri.

Teprenmek: Kımıldamak, yerinden oynamak.

Terek: Mutfak rafı, tencere ve tabaklarla diğer mutfak eşyasının sıra su-ıra ve kat kat  konulduğu raf.

Teşi: Ahşaptan yapılmış yün eğirme aleti.

Teşt: Büyük ve ağır bakır ya da demir tekne. Çamaşır yıkamak ya da yıkanmak üzere yapılan eşya.

Tevatir: Söylence, mesel, kesin olmasa da söylenegelen.

Tevlugat - Teblugat- Ebayi teblügat: : Yakınlar topluluğu, hep görüşülen arkadaşlar.

Tevür: Cins, çeşit. Doğru tanımlanamayan acayip haller için kullanılır. ‘ Bi tevür işler, haller…’ gibi..

Tiggozlanmak – Tikkoz - Tikgoz: Horozlanmak, kafa tutmak, ekebirlik etmek, üstüne yürümek.

Tikan: Diken

Tıllig -Tıllik: Burnundan konuşan, hımhımlayıp duran kişilere denir. Kekeme

Tırhıç: Genellikle evlerin ana giriş kapısının önüne yapılan, ahşaptan aralıklı örgülü, gündüz boyunca ana kapı yerine kullanılan ince, ahşap kapı.

Tohli:  Bir yaşında veya bir yaşından küçük erkek kuzu. Koç’un küçüklüğü.

Töreli - Törli Töreli: Töresi olan, Töre sahibi. Uygun ve düzgün davranan kişiler için söylenir.

Tozak - Tozah: Rüzgarla birlikte dağılarak yağan, ince ve az biçimde yağan tozu andıran kar.

Tuluk - Tuluh: Hayvanda idrar kesesi. Büyük göbekli, fazlaca şişman kişiler içinde kullanılır.

Tuman: Don, İç çamaşırı.

Tu, tu, tu: Pişmanlık, üzüntü, çok görme bildiren ünlem

 

U,Ü

Ucunucun - Uci ucuna: Parça parça, azar azar. Neredeyse, ancak ancak, tam olarak yetmese de yetecek kadar, ‘Eh işte, uci ucuna…’gibi…

Umuz: Omuz

Uğuz: Oğuz adının söylenişi, Ayrıca saf, uyuşuk anlamında da söylenir

Uşah - Uşak: Küçük ya da ergen çocuklara şefkat ifadesi olarak söylenir. Hizmet eden uşak’ın anlamı daha başkadır ve bu manada uşah kelimesinin hizmete den uşak ile hemen hemen hiç ilgisi yoktur.

Uşdum Ahıl : Söylenen her şeye inanan, her inan fikrini değiştiren, her söze uyan.

Usli Geçmah: Aklı başından gider gibi olmak,

Uyhi – Yuhi: Uyku

Uylamak: Duyar duymaz her yere kavuşturmak, hemen ayaklanmak, gereksiz ve lüzumsuzca oraya buraya iletmek.

Üreg: Yürek, kalp

Üs-baş – Üstbaş: Elbise, giyim eşyası, her tür giyim eşyası.

Üsde Çıhmah: Suçlu olduğu halde bunu kabul etmeyerek, sözle ve hareketle bir de başkasını, başkalarını suçlamak.

Üsdi Gapali: İmalı, Gizleyerek konuşmak ama yine de bir şeyleri ima ederek az çok açık ederek konuşmak.

Üskek: Yüksek

Ütürmeh: Yitirmek, kaybetmek

Ügütmah: Öğütmek

Üzsüz: Yüzsüz, utanmaz, üstüne alınmayan

Üzgeh – Üzgek: Kulaç atmak, yüzmek.

Üz – Üzsüz : Yüz, Yüzsüz

Üzüm Senden Gara: Az çok utanılacak bir şeyi söylemeye başlarken, Affınıza maruren anlamında onun yerine kullanılan kendince bir edep ifadesi.

 

V

Vayiz Vermah - Vayiz Etmah: Vaaz Etmek

Vey: Daha neler, bu nedir anlamında bir şaşma sözü. Şaşırma

Vezife - Vezüfe : Vazife, görev

Vığır vığır: Bol bol, haddinden çok kalabalık, fazlaca bağırtı, gürültü.

Vola, Volan: Ula, Ulan kelimelerinin yerel kullanımı.  Ola, olan şeklinde de kullanılır.

Vış - Vuş – Vuş aman: Genellikle kadınların kullandığı, inanılması güç şeyler için kullanılan aşırı ölçüde şaşırma ifadesi.

Vuy - Wuyh : Vay

Vugat - Vugaat - Wugaat: Vukuat, Olay

 

Y

Yalanız – Yalanguz: Yalnız

Yanigara- Yanıgara: Genellikle çocuk yaşta ya da genç kızlar için söylenen, hem özgü hem zariflik ve zayıflık şafade eden şefkatli yakınlık ifadesi.

Yarmaça: İri yarı, kabaca gösterişli.

Yarpah: Yaprak

Yaşmahlanmah -Yaşmah: Ağzı ve burnu kapatan işlemeli ve ya sade örtü. Kadınların yüzlerini namahremden saklama biçimi.

Yatsılık – Yassılıh: Normal gündelik yemek zamanlarından başka daha ileri saatlerde yenilen herhangi bir şey. Gece geç saatte yenilen çerezlik öğün

Yeğin: Azıcık acele, Birazcık hızlı.

Yerışıgın – Yerişgin: Yerişkin, az çok büyümeye yüz tutmuş

Yencilek - Yelincek: Çok hafif, hafifçe.

Yendir etmek - Yendir etmemek: Kaale almak, itibar vermek, Kaale almamak, İtibar vermemek.

Yerbeyer - Yerbeyır: Ayarı ayarına, tamı tamına.

Yerden yapma: Kısa boylu, acar, becerikli kişiler için kullanılır.

Yere Bahan: Mahçup tavırlı, sessiz sedasız. Kurnaz kişiler içinde kullanılır.

Yessir: Esir, esir olmuş, tutkun olmuş, Aşkından, sevgisinden, bağlılığından dolayı birine tutulmuş.

Yigirmi – İgirmi: Yirmi

Yohsama – Yoğusam : Yoksa

Yuduzmak: Kaybetmek, kumarda ya da bahiste kaybetmek.

Yüngül –Yengül- Yengüllük etmek: Hafif, hafiflik etmek, kendini kapıp koy vermek.

Yuha: Yufka

 

Z

Zahar: Zahir, sanki.

Zahra: Tarım ürünleri, tahıllar.

Zanka: İki at ile çekilen Kızak

Zayat: Zayiat

Zenehet: Zanaat

Zebit: Zabıt, Zabit, Eski dile Subay

Zehlenmek: Ciddiye almamak, dalga geçmek gibi, alay etmek.

Zibil: Çer çöp, toz toprak

Zıran: Alabildiğine iri ve büyük, kapılardan sığmayan.

Zırza - Zırzalamak: Kapıyı kilitledikten sonra ayrıca emniyet için kuvvetli bir başka metal bağ ve ya zincirle de sağlama almak.

Zivane :  Zıvana : İki ucu açık küçük boru, içine bir şey geçirilmek için açılmış delik, bu deliğe geçirilen mil anlamına gelir.

Zirizopluk etmek: Zırzopluk, saçmasapan işlerle uğraşmak.

Zöhör-Zöhür: Sahur

Züddetmek: Ezberlemek, sürekli tekrar yoluyla bıktırırcasına bir şeyin üzerinde durmak.

Zukkum, Zıkkım, Zukkum ola: Zakkum’dan mülhem, acı, acılık. Zehir zukkum ola…

 

 

/ Derleme ve Yorum: Cemal Almaz / Şahin Torun

Ek Kaynak: Efrasiab Gemalmaz